Tarkovsky sinemasına aşina olduğumu söyleyemem. Ağır ritmini, uzun planlarını, görüntülerle felsefi tartışmalar kurmasını anlıyorum bir noktada. Fakat "Kurban" benim için farklı bir deneyimdi ve dürüst olmak gerekirse, pek de keyifli bir şey sunmadı bana bu yapım. Bu filmi izlerken bir…devamıTarkovsky sinemasına aşina olduğumu söyleyemem. Ağır ritmini, uzun planlarını, görüntülerle felsefi tartışmalar kurmasını anlıyorum bir noktada. Fakat "Kurban" benim için farklı bir deneyimdi ve dürüst olmak gerekirse, pek de keyifli bir şey sunmadı bana bu yapım.
Bu filmi izlerken bir noktadan sonra kendime şu soruyu sormaya başladım: Ben gerçekten etkileyici bir şey mi izliyorum, yoksa derin olduğu iddia edilen bir olayın içinde mi kayboldum? Çünkü filmin meselesi kağıt üzerinde ne kadar güçlü görünse de, anlatım şekli o kadar içe kapanık ve sabır zorlayıcı ki, bu derinliği hissetmek yerine onun altında eziliyorsunuz.
Hikâye basit aslında: Bir adam, yaklaşan bir kıyameti önlemek için hayatını feda etmeye karar veriyor. Teorik olarak bu çok etkileyici bir konu, ama film boyunca karakterin iç dünyasına gerçek anlamda nüfuz edemiyoruz. Alexander gerçekten bir içsel dönüşüm mü yaşıyor, yoksa deliliğe mi sürükleniyor? Film bu soruyu açık bırakıyor ama o kadar durağan ve sessiz ki, bir noktadan sonra umursamamaya başlıyorsunuz.
Tarkovsky’i filmlerinin altındaki yorumlarda anlatılan uzun planları ve bu planlarına yarım eden anlatısını okumayı severim. Bu durum beni filme biraz daha ısındırır ama burada o uzun planlar bir noktadan sonra etkileyici olmaktan çıkıp sadece zaman dolduruyor gibi hissettirdi. Her sahne, karakterleri ve hikâyeyi geliştirmekten çok sanki bir tür zihinsel uyku hâline sokmaya çalışıyor gibiydi. Bir şeyler oluyor ama bariz bir kopukluk hissi hep arka planda. Hatta bence mesele sadece yavaşlık değil. Mubi'nin yorumlarından anladığım kadarıyla Tarkovsky zaten her zaman yavaş bir anlatıcıymış ama bu filmde ritmin yavaşlığı anlatıya yardım etmiyor. Sahne aralıkları uzun, karakterler donuk, (Alexander hariç) diyaloglar minimal… Bir noktadan sonra filmi anlamak için çaba harcamaktan çok, "Bu sahne ne zaman bitecek?" diye düşünmeye başlıyorsunuz. Ve bir film beni bu noktaya getiriyorsa, orada bir sorun var demektir.
Sanırım beni asıl rahatsız eden şey, "bu filmin gerçekten bir şey anlatmak gibi bir derdi var mı?" sorusu. Yoksa Tarkovsky, sadece büyük metaforlar kurup, anlamı tamamen izleyiciye mi yüklemiş? Ben son ana kadar bu iki sorunun da cevabının olduğu kanaatindeyim lakin bu şekilde de çok ucu açık bir yapım oldu diyebilirim. Çünkü filmde yaşanan şey tam olarak bu. Bazen her şey o kadar mesafeli ve soyut ki, içine girmek neredeyse imkânsız. Bir sanat eserinin anlamını keşfetmek izleyiciye bırakılabilir, ama tamamen dışlanmış hissettiren bir anlatım da entelektüel bir kibir gibi geliyor bana. Tamam usta bir yönetmen, kesinlikle söz söylemek bize düşmez lakin anlatımı soyutlamak ve derinleştirmek adına seçilen tercihlerin mantıklılığı da bazen sorgulanmalı diye düşünüyorum.
Elbette Tarkovsky sinemasını sevenler için "Kurban" bir başyapıt olabilir. Ama bana kalırsa bu film, izleyene anlam bulma yükünü fazlasıyla yüklüyor ve bu süreçte kişiyi tamamen yalnız bırakıyor.
Tarkovsky’nin genel anlatımında çoğu yorumcunun dile getirdiği, en iyi filmlerinde bile sezgisel olarak hissedilen o varoluşsal kriz ve ruhsal yolculuk burada kaybolmuş. Özellikle bazı kilit kelimeler için izleyen kişiler olursa, bu konuda hayal kırıklığına uğrayabilir. Gerçekten derin bir sinema deneyimi yaşamak isteyenler için bile bu film biraz fazla talepkâr.
Benim gibi Tarkovsky’yi bilip, ismini baya sıklıkla duyup, tam olarak zihin dünyasına girmeyen ve yeni başlayanlardansanız, kesinlikle en sona bırakın bu filmi. Eğer ağır tempolu ve sembolik sinemayı seviyorsanız bile, bu filmle zorlanabilirsiniz. Belki de sorun bendedir, belki de film gerçekten bir başyapıttır… Ama ne olursa olsun, bu filmi sevmenin bir tür sabır ve inanç meselesi olduğunu düşünüyorum. Ve itiraf edeyim, bende ikisi de yok.