Boykot gününden selamlar. 🇹🇷 Dostoyevsky'nin 156 yıl önce "modern İsa" ve "katıksız Hristiyan iyiliği, saflığı" düşüncesi ile yarattığı bir denek, Prens Mışkin'ın etrafında dönen olayları inceliyoruz. Neredeyse 800 sayfalık bir romanı iki üç paragraf ile yorumlayamam ama istediğimden daha da…devamıBoykot gününden selamlar. 🇹🇷
Dostoyevsky'nin 156 yıl önce "modern İsa" ve "katıksız Hristiyan iyiliği, saflığı" düşüncesi ile yarattığı bir denek, Prens Mışkin'ın etrafında dönen olayları inceliyoruz. Neredeyse 800 sayfalık bir romanı iki üç paragraf ile yorumlayamam ama istediğimden daha da kısa tutacağım. Kendi fikirlerimi aktarırken kitabın can alıcı noktalarını açık edip okuma düşüncesi olanların hevesini kaçırmak istemem.
Kitabın bana göre en güçlü tarafı, Dostoyevsky'nin hiçbirinin iç dünyasını, geçirdikleri hezeyanları, alaylarını, sahtekârlıklarını, para düşkünlüğünü, yalanlarını, şiddet dürtülerini, kararsızlıklarını saklamadan, atlamadan (son kısımlar hariç) bize âdeta bir Şampiyonlar Ligi karakter kadrosu sunması. Yer yer, ikinci bölümden sonra, önemi olmayan karakterlerin sayfalarca yaptığı felsefî, olaylardan kopuk konuşmalar kitabın akıcılığını bozmuş olsa da diyalogları okumak kitabın en keyifli tarafıydı. Özellikle General İvolgin'in etrafında dönen diyalogları okurken sesli güldüğüm bile oldu, her ne kadar trajik bir karakter olsa da sıktığı yalanlar ve herkesin yalan olduğunu bilmesi çok komikti.
Diğer bir güçlü yanı ise "kaçınılmaz son"un hissettirdiği endişe, gerginlik. Nihilizm gel de boşluk hissi gör. Kitabın son sayfasını okuyup kapattığınızda boş gözlerle etrafı inceliyor, bir yere dalıyor baktığınız yeri görmüyorsunuz. En azından bana olan buydu. En başından beri yavaş yavaş inşa edilen karakterlerin dengesizliği gelmekte olan bir şeylerin habercisi olduğunu hissettiriyor.
Ve nihayetinde kitabın en yoğun temasına, iyilik saflık kavramlarının toplumdaki yerine geliyoruz. İşte burada benim eleştirilerim başlıyor. Tam bu noktada, daha taze bitirdiğim Böyle Buyurdu Zerdüşt'te Nietzsche'nin iyilerin merhametine dair yazdıkları aklıma geliyor. Ona göre merhamet, en basit tabirle, pasif, kötülüğe ön ayak olan bir duygu.
Dostoyevsky'nin Mışkin'ine baktığımızda bu karakterin temsil ettiği o saf iyilik topluma bir eleştiri olarak uç boyutta kullanılmış, yazarın amacı gerçekçi bir karakter yaratmak olmadığı için amaç toplumun çirkin yüzüne bakmaktı ama Mışkin'in pasifliği, "aptallığı" kötülüğü beslemedi mi? Roman boyunca bu "merhametin" doğurduğu sonuçları okumadık mı? Kendisini yiyip bitiren Nastasya'nın ihtiyacı olan ona acıyan bir sevgi miydi? Kötülüğün iltihaplı beyni yalan söylemeye, öldürmeye, paraya tapmaya, ikiyüzlülüğe devam ederken o beynin sahibinin yüzünü yatıştıracak şekilde okşamak bir erdem midir, bir kötülük değil midir? Nietzsche'ye göre budalalık değil, bir zayıflıktır bu ve nihayetinde de yok olup gitmeye mahkûmdur da.
Aynı temaları sinemanın Dostoyevsky'si dediğim Lars Von Trier'in Dogville'inde de izledik çoğumuz. Filmde Grace iyi kalpli, pasif kalmaya devam ettikçe sömürüldü, başına neler neler geldi. Hepimiz Dogville'in sonunda zevkten dört köşe olmadık mı? Nihayet Grace merhamet etmeyi bıraktığında, bebekleri bile öldürürken "Hak ettiler." demedik mi? Dostoyevsky'nin Mışkin'i ile ayrıldıkları nokta burası işte. Mışkin böyle bir dönüşüm geçirmiyor.
156 yıl önce de günümüzde de sorulan sorular 156 yıl sonra da sorulmaya devam edecektir kuşkusuz. Dostoyevsky bana göre sadece soruları sorup kendi köşesine çekilmiyor, onların cevaplarını da veriyor. İyi okumalar okuyacak herkese, sizler de kendi cevaplarınıza ulaşırsınız umarım.