Whate'er its mission, the soft breeze can come To none more grateful than to me; escaped From the vast city, where I long had pined A discontented sojourner: now free, Free as a bird to settle where I will. William…devamıWhate'er its mission, the soft breeze can come
To none more grateful than to me; escaped
From the vast city, where I long had pined
A discontented sojourner: now free,
Free as a bird to settle where I will.
William Wordsworth
Romantik Dönem şairleri, yazarları, kritikleri incelemelerimize devam ederken okulda yarın olacak İngiliz Edebiyatı ilk vizesi çatıp geldi.
En azından ilgimi çekmesi ve ‘relatable’ olmasıyla çalışmak daha az can sıkıcı oluyor.
Tutkunun çağı; gerekçelendirmelerden-açıklamalardan, endüstrileşmekten, kurallardan, standartlardan, kısıtlamalardan kurtulmuş olmasıyla asla eskimeyen bir uyanış edebiyat tarihinde.
Hayal gücünü, çocuk masumiyetini, doğanın estetiğini, geçmişin izlerini, mistik-grotesk ögeleri, melankoliyi, bireyciliği, otoriteye başkaldırıyı, insan haklarına dair merakı ve girişimleri, öznelliği yüceltmesiyle her bakımdan teselli edici.
Mantığın ulaştıramayacağı yerlere yoğun duygularla varılabilir. Ama bu destinasyon her zaman pek hayırlı olmayabilir, özkıyımı beraberinde getirmek gibi. Ay pardon bu da ayıplı bir kelimeydi değil mi? İntihar ve dürtüsellik tabu olgulardı pardon efenim :)
Vizelerin ağzında oturmuş mental çöküşümü yaşarken biraz da romantikler sağolsun utanmadan sıkılmadan gizdökümcü yazı denemeleri yapabiliyorum kendimi bir şey sanıp telefonumun notlar’ında.
Orada daha özgürüm.
İntihar fikrine aşık olduğumu falan “itiraf” edebiliyorum.
Cioran gibi sadece “fikir” düzeyinde kalması da temennim.
Benim Plath ve Sexton ile bağdaştırdığım gizdökümcülük üzerine birkaç web sayfasından açıklamalar getireyim ki herkesin kafasında bir şema oluşsun, muhtemelen daha önce de incelemişimdir ve onlarca gönderi altında kaybolmuştur:
-Gizdökümcü şairler, ki İngilizce olarak “confessional” terimini kullanıyoruz, şiirdeki anlatıcı karakteri ortadan kaldırarak kişisel bir “ben” olarak var olurlar. Yazdıkları şiirde güttükleri retorik, adeta bir “günah çıkartma” ritüeline benzer.
-Gizdökümcü şairler, kendi şiirlerinde Romantik şairlerden ve onlardan önceki otobiyografik şairlerden daha tabulaşmış konuları işliyorlar. Alkol, seks, uyuşturucu, depresyon, intihar…
Bit my pretty red heart in two.
I was ten when they buried you.
At twenty I tried to die
And get back, back, back to you.
I thought even the bones would do.
Sylvia Plath, Daddy
-Politik arka planın da etkisi çok büyük elbette. Soğuk Savaş ve nükleer silahlar gibi konuların gündem olduğu bir dönemde ev hayatı güzellemesine bir cevap niteliğinde şiirler yazıyorlar aslında. Bakın, biz evdeyiz, evimizde bile mutlu değiliz.
Gizdökümcü şairlerin bir diğer özelliği de şiirlerinin büyük ölçüde birbirlerine benzemesi. Modernist şiirlerin büyük çoğunluğu için bunu söyleriz aslında ama Gizdökümcülük işlerini okuduğunuzda eğer şairlere pek aşina değilseniz, örneğin Sexton ile Plath’in şiirlerini birbirine karıştırmanız çok normaldir. Zira bu insanlar hem Modernist, yani kafiye düzenidir, ölçüsüdür falan hak getire, hem de Gizdökümcü.