Spoiler içeriyor
Bir kazada ailesini ve evlenmek üzere olduğu kız arkadaşını kaybeden Henry’nin son dakikalarında etrafındaki yüzleri bir hayal içinde rollere oturtarak yaşayamadığı hayatını gözlerinin önünden geçirmesi anlatılmaktadır. İlginç kurgusu ile anlaşılması zor bir film. Anladığıma göre, trafik kazası nedeniyle ölmek üzere…devamıBir kazada ailesini ve evlenmek üzere olduğu kız arkadaşını kaybeden Henry’nin son dakikalarında etrafındaki yüzleri bir hayal içinde rollere oturtarak yaşayamadığı hayatını gözlerinin önünden geçirmesi anlatılmaktadır. İlginç kurgusu ile anlaşılması zor bir film.
Anladığıma göre, trafik kazası nedeniyle ölmek üzere olan Henry’nin 30 saniyelik kalan zamanında, etrafında gördükleriyle aklının yepyeni bir hikaye yaratmasını ve filmin sonunda da başrol oyuncumuz Dr Sam’in Ryan Gosling’i kurtaramamasını anlatıyor.
Henry sürekli aileisini kendisinin öldürdügünü söylüyor çünkü arabayı kullanan kendisi oldugu için ailesinin ölümünden dolayı kendini suçluyor. Kaza sonrasında etrafında gördüğü kişilerle ilgili kafasında bir baglantı kuruyor çünkü Sam ve hemşire Lila (Naomi Watts) kaza yerinde tanışıyorlar ve filmde Hanry'nin gördügü bütün karakterler etrafında toplanmış kişilerden oluşuyor.
Jason Bateman'ı kötü adam rolünde izlemek eğlenceliydi, karakteri sağlamdı ve Taron Egerton da kaliteye katkıda bulunmak için tutkulu bir performans sergiledi. Film, zaman zaman çılgın olay örgüsü gelişimi ve diğerlerinde belirsiz nedenler nedeniyle en azından Die Hard 3 ile karşılaştırılabilir.…devamıJason Bateman'ı kötü adam rolünde izlemek eğlenceliydi, karakteri sağlamdı ve Taron Egerton da kaliteye katkıda bulunmak için tutkulu bir performans sergiledi. Film, zaman zaman çılgın olay örgüsü gelişimi ve diğerlerinde belirsiz nedenler nedeniyle en azından Die Hard 3 ile karşılaştırılabilir.
Saf aksiyon ve heyecan sunan, gerçekçiliğe aşırı vurgu yapmayan bir film arıyorsanız, bu film mükemmel bir seçim. İzleyicilerin her ayrıntının makul olup olmadığını incelemeden heyecana dalabildiği 90'ların aksiyon gerilim filmlerine geri dönüyor.
Özdeşleştiği ilham kaynağı suç makinesi İtalyan ressam Caravaggio'nun hayaletinin; patolojisinin ilmek ilmek işlendiği Ripley'in cisminde can bulup dirilişi. Dile gelse; şahit olduğu insan ruhunun karanlık dehlizlerine dair anlatacak çok şeyi olan sevgili pisi Lucio ve tabiki her sahnesi Baudelaire şiiri…devamıÖzdeşleştiği ilham kaynağı suç makinesi İtalyan ressam Caravaggio'nun hayaletinin; patolojisinin ilmek ilmek işlendiği Ripley'in cisminde can bulup dirilişi. Dile gelse; şahit olduğu insan ruhunun karanlık dehlizlerine dair anlatacak çok şeyi olan sevgili pisi Lucio ve tabiki her sahnesi Baudelaire şiiri tadında olan muhteşem İtalya'dan eşsiz kartpostal gibi görüntüleri bizler için görsel bir şölen haline getirmiş olan elleri öpülesi görüntü yönetmeni Robert Elswit. İşte benim için özeti bu Ripley'in.
Bazı eleştiriler; özellikle 'Amalfi kıyıları cayır cayır tüm renkleriyle yansıtılmalıydı' dese de, taş mimarisiyle öne çıkan o bölgede yaşamış/seyahat etmiş olanlar bilir ki, siyah beyazın daha çok yakıştığı başka bir yer düşünülemez. Kaldı ki; dizinin yaratıcısı da, '1955'te yazılan karanlık ve tekinsiz bir romanın yazarı, bu romanın bir film olacağını hayal etseydi zaten renkli hayal edemezdi.' diyor. Bu nedenlerle ben de dizinin estetiğini; dönem kurgusunu daha da güçlendirdiği düşüncesiyle orijinal metne daha uyumlu buldum. Öte yandan Caravaggio'nun silahı olan hançer ile Ripley'in küllüğünün aynı amaç ve fakat farklı araç olarak kullanılması gibi; her karesi, her sekansıyla mutlaka bir şeylere atıfta bulunulan, hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmadığı dizide; sürekli karşımıza çıkan ve zenginlerin dünyası ile Ripley'inki arasındaki ayrımı kalınlaştıran onlarca basamaktan oluşan “merdiven” imgesi de özellikle XVII. yüzyıl fransız edebiyatındaki ascension sociale'e (Toplumsal Yükseliş) işaret eder.
Ve son olarak, her ne kadar sorgulanma sırasında caravaggio'nun chiaroscuro *ışık gölge oyunu tekniğini kullanarak paçayı kurtarsa da; kapanış, Ripley'in Picasso'nun analitik kübizm dönemine ait olan ve baştan sona değişim, devinim ve hareket alt anlamlarını yansıtan 1910 tarihli “gitarist” tablosundan gözünü alamadığının yansıtılmasıyla yapılır. Bu amorf şekillerden oluşan tablodaki mecazlar; “sürekli değişen, belli bir şekle bürüneneyen ve olduğu yerde bir türlü duramayan'ı” anlatır. Tıpkı sürekli kılık değiştirip, başkasının yerine geçen, asla kendisi olarak ön plâna çıkmayan, kendine ait bilgileri kendine saklayıp kimseyle paylaşmayan, yalancı ve dolandırıcı ripley'nin hayattaki duruşu gibi. Neyse; Richard Greenleaf mı diyeyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Thomas Ripley?
Adamlar rönesans gibi dizi çekmişler. Bu diziyi özetleyecek en net cümle bu olurdu sanıyorum. Hayatımda izlediğim en klas dizilerden bir tanesiydi. Siyah beyaz çekilmiş olması, panaromik ve nostaljik bir italya turu havasında geçiyor olması, derin hikayesiyle biz seyirciyi duygusal geçişlere sokuyor olmasıyla muhteşem bir eser olmuş. Son zamanlarda seyir ettiğim ( bu güzellik ancak böyle açıklanabilir) en muhteşem dizi. Ağır ağır keyfini çıkararak Andrew Scott güzelliği ve İtalya'nın muhteşem görüntülerinin tadını çıkarmak için özellikle bitir(e)miyorum.
Titanic’teki Rose rolü ile aklımıza kazınan Kate Winslet’ın 50’li yaşlardaki halini izliyoruz 7 bölümlük bu mini dizide. Olay ne, Amerika’nın Easttown isimli kasabasında bir kız kaybolmuş ve 1 yıldır ses seda çıkmıyor. Kate, Mare ismiyle dedektif olarak karşımızda ve O…devamıTitanic’teki Rose rolü ile aklımıza kazınan Kate Winslet’ın 50’li yaşlardaki halini izliyoruz 7 bölümlük bu mini dizide. Olay ne, Amerika’nın Easttown isimli kasabasında bir kız kaybolmuş ve 1 yıldır ses seda çıkmıyor. Kate, Mare ismiyle dedektif olarak karşımızda ve O da çaresiz. Bu olay yetmiyormuş gibi derede bir genç kızın daha cesedi bulunur. Bundan sonra herkes şüphelidir. Eski kocasından, en yakın komşusuna, oradan papaza kadar kim varsa acaba katil bu mu sorusu ile sürükleyici bir dizi olmuş. Saçma sapan yerler de vardı ama genel olarak merak uyandıran bir diziydi. Mare, intihar eden oğlunun yasını dedektif ile bastırmaya çalışıyor dizi boyunca. Ayrıldığı eşi, sorunlu kızı, çatlak annesi ile tıngır mıngır giden hayatı içinde çözülemeyen cinayetler can sıkıcı tabi. Katil hiç tahmin etmediğimiz biri çıktı ya ona yanarım. Tavsiye ediyorum.
Zaman nasıl geçti anlamadım oldukça sürükleyici bir filmdi ama korku filmi değil o beklentiyle izlemeyin. Tam bir gerilim filmi baştan sona düşmeyen temposu ve başarılı oyunculukları ile özellikle David Tennant tek başına sırtlamış filmi. Resmen sonuna kadar merak içinde izleten…devamıZaman nasıl geçti anlamadım oldukça sürükleyici bir filmdi ama korku filmi değil o beklentiyle izlemeyin. Tam bir gerilim filmi baştan sona düşmeyen temposu ve başarılı oyunculukları ile özellikle David Tennant tek başına sırtlamış filmi. Resmen sonuna kadar merak içinde izleten bir film.
Özellikle benzerlerinin aksine klişe sahnelerden kaçınmaya çalışılmış. Muhtemelen sıkılanlar izlerken ellerinde cep telefonu arada bir ekrana bakmışlardır. Çünkü artık moda öyle. Finali basit kaldı sadece. Mutlaka izleyin, ben beğendim tavsiye ederim Puanım 10/7
Gassal dizisinin bir derdi var öncelikle. Bir Gassal üzerinden herkesin duyduğunda yüzünü ekşittiği ölüm gerçeğini yüzümüze vurmakla birlikte, saçma sapan adet ve geleneklere de çok sert eleştirel göndermelerde bulunuyor. Baki’nin gassal olduğunu söylediğinde, istemeye gittiği kızın ailesinin bozulmasından tutun da,…devamıGassal dizisinin bir derdi var öncelikle. Bir Gassal üzerinden herkesin duyduğunda yüzünü ekşittiği ölüm gerçeğini yüzümüze vurmakla birlikte, saçma sapan adet ve geleneklere de çok sert eleştirel göndermelerde bulunuyor. Baki’nin gassal olduğunu söylediğinde, istemeye gittiği kızın ailesinin bozulmasından tutun da, cenaze süreçlerindeki anlamsız ritüeller, cenaze sahibinin gelenleri doyurmaya çalışması, cenaze ile ilgili sahte samimiyetler vs vs. Diziyi izlerken bir yandan da bunları düşündüm. Baki’nin kendi ölümünü düşünüp, beni kim yıkayacak endişesi ile başlayan dizi, Baki’nin yalnız geçen hayatındaki hayal kırıklıklarına, yaşanamamışlıklara ve travmalarına dair vurgular ile akıcı bir şekilde ilerliyor. Her bölümün sonuna acıklı bir arabesk şarkısı koyma fikri diziyi daha da acıklı hale getirmiyor, hatta ciddi anlatıma biraz limon sıkmış oluyor, şarkılar güzel olsa da orkestra olarak dizi setinde bir anda ortaya çıkmaları çok absürt olmuş, bilemiyorum belki de amaç bu absürtlüktü, eğer öyle ise başarılı olmuş diyeceğim. Diziyi TRT Tabii de yayınlanıyor, Ahmet Kural başrolde ön yargısı olmadan izlerseni hiç de fena bir iş olmadığını görüp hakkını verebilirsiniz.
Bu Hint sinemasının çok basit objeler üzerinden devasa senaryolar yazmalarına ve sizi filmin sonuna kadar koltuğunuza mıhlayacak gizem dolu anlatım tarzları gerçekten müthiş değil mi? Başrolünü Akshay Kumar'ın oynadığı 2017 yapımı Tuvalet filmi gibi, bu filmde de ana konu kayıp…devamıBu Hint sinemasının çok basit objeler üzerinden devasa senaryolar yazmalarına ve sizi filmin sonuna kadar koltuğunuza mıhlayacak gizem dolu anlatım tarzları gerçekten müthiş değil mi? Başrolünü Akshay Kumar'ın oynadığı 2017 yapımı Tuvalet filmi gibi, bu filmde de ana konu kayıp bir çöp kovası, ismi de "Lakshmi"
Doğrusal olmayan hikaye anlatışı ve yönetmenin bunu flasback kullandığını çaktırmadan yapması ile biraz kafanız yanıyor. Ama filmin son yarım saatinde taşlar yerli yerine oturuyor. Uzun süresine rağmen kesinlikle izlenecekler arasına eklenmeli. Zaten Imdb ilk 250'ye girmesinden filmin kalitesi belli değil mi, ne duruyorsun eklesene RAF'ına
Spoiler içeriyor
Cemil ile Saliha'nın filmin sonlarındaki sahnesini Youtube Shorts ve İnstagram Reels'lerde sürekli görüyorum, nihayet izlemeye zaman ayırabildim, zira 151 dakikalık süresi ile oldukça uzun bir film ama sıkılmadan izlediğimi belirtmeliyim. Saliha ile Cemil’in konuşma sahnesinde keşke olayın geçtiği ana flashback…devamıCemil ile Saliha'nın filmin sonlarındaki sahnesini Youtube Shorts ve İnstagram Reels'lerde sürekli görüyorum, nihayet izlemeye zaman ayırabildim, zira 151 dakikalık süresi ile oldukça uzun bir film ama sıkılmadan izlediğimi belirtmeliyim. Saliha ile Cemil’in konuşma sahnesinde keşke olayın geçtiği ana flashback yapsalardı iyi olurdu aslında. o duvarın dibine çöküp sigara içtiği sahne güzel bir etki bırakırdı. Bazı yorum yazan arkadaşlar baya sıkılmış izlerken, aksine ben izlerken hiç sıkılmadım. Kurgusu, sahne geçişleri ve senaryosu son derece başarılı ve izlenilesiydi. Z kuşağı karakterini canlandıran Naz karakterine başka gıcık oldum. Fazlasıyla karikatürize edilmiş.
Despot bir babanın aile ve çocuklar üzerinde bıraktığı travmalar üzerine kurulu bir hikaye var. Bir babanın çocuğuna ders verme amaçlı yaz günü çocuğu hortumla ıslatması bir ailede bu kadar travma zinciri oluşturacak bir eylem miydi bilemiyorum. Despot baba rolünde Yılmaz Erdoğan'ı görüyoruz. Film 1980'li yıllarda geçiyor. Filmde Berkun Oya'nın tarzını her yönü ile hissediyorsunuz.
Bu filmde, gençken bilinçli taksirle kocasını öldürmüş ve demans olduğu için bunu unutmuş bir kadını görmekle yetinmeyin. Bu kadın, evlere televizyon girmesiyle başka dünyalardan haberdar olan, az çok kafası çalışan ve algıları açık olduğu için mevcut yaşamlarındaki eksiklikleri gören ortalama bir taşra kadını. Çocuklarına o köyün dışında bir hayat düşlüyor.. Bunun için yapmayacağı şey yok. Çünkü köyün dışından korkmuyor. Babanın başka hayatlara şahit olduğu yer ise daha korkunç boyutlarda bir yer: Avrupa. Hem de sanayinin merkezi Almanya! Alamancı olarak etiketlenmenin, köyünün dışında hor görülmenin bütün acısını ailesinden çıkaran, çocuklarını o küçücük köyden dışarı çıkarmak istemeyen despot bir baba! Onun için köyün dışı tehlikeli! Çocukların bunun hayalini kurması dahi tehlikeli… Masa başındaki yemek sahnesinde, ağzını gürültüyle şapırdatırken bile korkuyor aslında ve olaylar bilinçaltının bilinç yüzeyine çıkması üzerine kurgulanıyor. Beğendiğim bir film oldu, Berkun Oya bilinçaltı ile merak uyandıran bir yönetmen. Ve köyün dışından, köyün içinden korktuğu kadar korkmayan bir insan.
Olgun şimşek arkada kalanların hüznünü hiç bir repliği olmasa bile hissettirecek bir oyuncu.. Okan Yalabık ise bizim yerimize de o hissi göğsünde çok iyi taşımış. Nur sürer, bu filmin üçüncü gözü. Her şeyi gören, duyan, ukte eden. Köylü bir kadın olarak beyazlar içinde bir hemşire olmayı nasıl arzu ettiğini derinden hissettim. Keşke, anneleri en baştan alıp tekrar büyütebilsek dedirtti bana. Hayır, şimdi Saliha Cemil'i sevmiş mi? Genç Saliha'nın suratındaki ekşimsi ifade aşk mı?
2006 yılı, savaş/aksiyon türünde ABD filmi. Vietnam'da savaş pilotu olan Dieter Dengler'in gizli görev sırasında uçağın yara almasıyla ormana düşüp Vietnam'lılara esir olması ve kurtuluş öyküsü anlatılıyor filmde. Gerçekten esinlenilmiş bir özgürlük öyküsü. Son derece Amerikan bakışıyla anlatıldığını söylememe gerek…devamı2006 yılı, savaş/aksiyon türünde ABD filmi. Vietnam'da savaş pilotu olan Dieter Dengler'in gizli görev sırasında uçağın yara almasıyla ormana düşüp Vietnam'lılara esir olması ve kurtuluş öyküsü anlatılıyor filmde. Gerçekten esinlenilmiş bir özgürlük öyküsü. Son derece Amerikan bakışıyla anlatıldığını söylememe gerek yok. Dieter gözü pek, gemiyi terk etmeyen, yürekli bir Amerikan askeri iken Vietnamlılar yırtıcı sesler çıkaran yabani ve çirkin canlı formları olarak gösterilmiş. Vietnamlıların terk derdi pirinç iken Amerikalıların derdi özgürlük, yersen. Esir düşmüş Amerikan askerleri için, beter olsunlar, demekten alıkoyamadım kendimi. Vietnam'da ne işin vardı yürekli Dengler, ne halt etmeye bombalıyordun insanların vatanını?