Hamam Açıkca söylemek gerekirse Hamam filmini uzun yıllardır izlemek istiyordum. Her seferinde puanlamalar, yazılar ve kötü gereksiz yorumlarla karşılaşılaşıyor ve vaz geçiyordum. Şimdi Mubi’ye geldiğini görünce, aslında yönetmen Ferzan Özpetek‘in filmlerinin birçoğu gelince izlemek için kollarımı sıvadım. Yönetmen için yazacaklarım…devamıHamam
Açıkca söylemek gerekirse Hamam filmini uzun yıllardır izlemek istiyordum. Her seferinde puanlamalar, yazılar ve kötü gereksiz yorumlarla karşılaşılaşıyor ve vaz geçiyordum. Şimdi Mubi’ye geldiğini görünce, aslında yönetmen Ferzan Özpetek‘in filmlerinin birçoğu gelince izlemek için kollarımı sıvadım. Yönetmen için yazacaklarım aslında bu filmin izlenmesi için olacaktır. Yönetmenin hemen hemen her filmini izlemek istesemde kısa filmleri, bazı yabancı filmlerini izlerken gerçekten hep anlamaya çalıştım, bu filmle olduğu gibi. Kendisini konu dışındaki temeli anlatsa da Özpetek’in bize böyle yansıtmasındandır diye düşünüyorum. Bu filmde Lgbt+ türüne ait gibi dursa da bence değil!
Aslında ciddi anlamda değil, yönetmen bence burada yine dediğim gibi başka temel konuyu daha çok eline almış gibi. Bu filmde de İstanbul’du. Sanki yönetmen bu filmle bir aşk hikâyesi anlatacakken, bi’ anda İstanbul’un kendi hayatına giriş yapmış gibiydi. Karakterleri, oyunculukları ve bazı detayları ele alırsam orta seviyeninde altında olsa da ben daha çok mektupların anlamlarına puan piçmek ve emeklerini bu kategori de değerlendirmek isterim. Mektuplardan en ilginç benim için iki tanesini yazıp eski İstanbul’un özlemi, detaylarını bu filmle keşfetmenizi diliyorum.
“Sevgili kardeşim, boğazımdan gitmeyen bir yumruyla yola çıktım. Geri dönmeyeceğimi biliyordum. Keşke böyle kötü ayrılmasaydık. Ama sen öyle istedin ve seni anlıyorum. Umarım en azından bu mektubu okursun. Ve belki bir gün, benden nefret etmeyi bırakırsan bana cevap yazarsın. “İstanbul, tam aradığım yermiş. Daha bir hafta oldu ama şimdiden güzelliğinden nefesim kesiliyor. Keşke daha önce gelsemişim. Sanki ben yorucu ve manasız bir hayat yaşarken sessizce beni bekliyormuş. Burada hayatın akışı çok daha yavaş ve yumuşak. İnceden esen rüzgâr tüm dertlerimi alıp götürüyor ve bana enerji veriyor. Nihayet hayata yeniden başlıyormuşum gibi hissediyorum.””
““Ekim ayında bazı günler İstanbul gri oluyor. Yaz birden çekip gidiyor. Her defasında şaşırıyorum buna. Belki buraya geldiğimden beri hep tatilde gibi hissettiğimdendir.” Şimdi olduğu gibi aniden sonbahar gelince İtalya’yı düşünüp hüzünleniyorum. Sabah uyandığımda seni hayal etmeye çalışıyorum. Uyanıp neler yaptığını, kahvaltıda ne yediğini. Belki hava soğudu için kat kat giyiniyorsundur. Belki de bazen beni düşünüyorsundur. Sonbahar gelince Giuliana, kendimi yalnız hissediyorum. “Ve sonra küçük Francesco’yu düşünüyorum. Nasıl olduğunu bilmek isterdim. En sevdiği oyunları, en sevdiği yemekleri, aklından geçenleri. Eminim o da senin gibi çok zeki ve ketumdur. Senin oğlun, benim de biricik yeğenim. Ona benden hiç bahsediyor musun? Babası gibi bir adama dönüştüğünde şahit olmak isterdim. Güçlü, cesur ve bilinçli, arzuları anlayan o keskin bakışı ve onları gerçekleştirecek güçlü kollarıyla. Umarım özgür bir adam olur ve mutlu. Çünkü bir insan bu hayatta mutlu olabilir Giuliana. Olmalı da.””