Dünyanın en güzel filmlerinden birisidir. Nokta. (Filmi seneler önce izledim) Güney Kore sineması diye bir şey olmasa, sinema öksüz ve yetim kalırdı. Bong Joon Ho, Hollywood'a ün yaymadan önce de yine muhteşem filmler çekiyordu... 💚
1- Evde korku filmi izlemekle sinemada izlemek kesinlikle aynı şey değildir. Sinemadaki efektler, türün izleyicide oluşturmak istediği etkiyi bir hayli veriyor. Evde laptoptan izlemek, sadece izlemek oluyor ve filmi farklı değerlendirmenize (olumsuz) sebep olabilir (Özünde kaliteli ve başarılı filmler için)…devamı1- Evde korku filmi izlemekle sinemada izlemek kesinlikle aynı şey değildir. Sinemadaki efektler, türün izleyicide oluşturmak istediği etkiyi bir hayli veriyor. Evde laptoptan izlemek, sadece izlemek oluyor ve filmi farklı değerlendirmenize (olumsuz) sebep olabilir (Özünde kaliteli ve başarılı filmler için)
2- Arkadaşım filmden çıkınca dedi ki: Olum film devam edecek sandım, çok sürükleyiciydi verdiğim parayı hak etti. Arkadaşım da ben de filmi sinemada izlemiş olmaktan hoşnutuz. Arkadaşım, 4-5 sahnede irkildi, geriye doğru gitti böyle. "Noluyoo abii" diyerek karşılık verdim kendisine. Jump Scare sahnelerine karşın ben daha temkinliydim (ekrana pür dikkat bakıyordum ama kendimi o sahnelere hazırlamıştım) o yüzden arkadaşım gibi tepki olmadı fakat yine de gerim gerim gerildim ve ürkütücü, korkutucu olduğunu kabul ediyorum 🤝 (Şey ben de birkaç sahnede geriye doğru gitmiş olabilirim yani whcksojejzn)
3- Parker Finn, ilk filmin üzerine çok şey katmış mı? Bence hayır fakat sinemada izlemek için fazlasıyla kaliteli bir iş çıkarmış ortaya. Hani gidiyorsun, korkuyorsun ve keyifle "Abiiiiii" gibi sohbetler döndürüyorsun. İlkiyle kıyaslayınca, genel olarak sahnelerin mantığı aynı olmuş. Yani birden çıkmalar başarılıydı başarılı olmasına ama oluşum anı ilk film ile benzerdi. Yine de bu Smile 2'yi yerden yere vurmak manasına gelmiyor, ortada emek görüyorum. Korku filmi sevenler ve izleyebilenlerin tatmin olacağı bir yapımdı.
4- Başkarakterin bu sefer ünlü bir şarkıcı olması iyi bir fikir. Turneler, konserler, provalar... Binlerce insan önüne çıkan popüler genç bir kadın ama kendisine musallat olan yaratık, ruh yahut ne derseniz ondan kurtulamıyor; yaratık mı ruh mu iblis mi bu varlık da Genç şarkıcı Skye'ın karşısında farklı şekillerde belirmekten usanmak bilmiyor. Yine ilk filmle benzer bir mücadele vardı, çaresiz ve aciz kalan insan; korkutucu, ürkütücü musallat olmuş bilinmeyen bir varlık. Fakat bu sefer bir Psikiyatristi değil şarkıcıyı izledik; güzel de oldu 👍
5- İlk filmdeki genç polis ne yalan söyleyim üzdü. Ben onun ekran süresinin fazla olduğunu sanmıştım... Bu bir spoiler değil yani izleyince direkt anlarsınız zaten. Yine de güzel bir giriş sahnesine sahipti film. Hatta arkadaşımla gaza gelip, "güzel bir giriş dimi" falan dedik birbirimize. Müzikleri de ürkütücüydü, gelin size müziklerle ilgili yaşadığımız kısacık bir durumdan bahsedeyim.
6- Film bitti biz "Noluyo abi, noluyo" mimikleri ile birbirimize bakıyoruz. Salonda az bir süre kaldık. İlk müzik sonrası, böyle tuhaf çığlıklar içeren bir müzik başladı; arkadaşımla aniden gerildik. Salonda tek biz vardık. O müziği duymak harbiden ürkütücü olmuştu. Sonra salondan daha çıkmadan gülüştük. Hani kendimizle dalga geçme gülüşü diyebiliriz buna jxkaidksosk
7- Parker Finn, bence güzel bir devam filmi yapmış. Oyuncular başarılıydı. Ama ilk filmin üzerine daha fazla özgünlük eklenebilirdi. Devamının başka karakterlerle geleceğini düşünüyorum. Ama bence 3. Film ile güzel bir final yapılıp artık bu seriye veda edilebilir. Bir de yani Parker Finn, başkarakteri kasıntı bir şekilde neden eşcinsel yaparsın ki? Çok saçmaydı; şu filmlere LGBT unsuru ekleyerek doğallığa ve fıtrata darbe vuruyorlar... Çok saçma çok.
Ya hakikaten değer verdiğinle, arkadaşınla, kardeşinle, ailenle, eşinle film izlemek çok hoş bir şey. İyi ki böyle güzel aktiviteler varlar. 🌿🌿 Esenle kalınız.
Selamlar. Umarım güzel bir hafta sonu geçiriyorsunuzdur. 🌿 Bu gönderide yakinda veya 2025'te çıkacak filmlere karşın beklentimi ve düşüncelerimi paylaşacağım. Ballerina, 6 Haziran 2025'te vizyonda olacak. John Wick'in kadın versiyonu diyebiliriz. İntikam almak isteyen genç kadına, Anne De Armas hayat…devamıSelamlar. Umarım güzel bir hafta sonu geçiriyorsunuzdur. 🌿 Bu gönderide yakinda veya 2025'te çıkacak filmlere karşın beklentimi ve düşüncelerimi paylaşacağım.
Ballerina, 6 Haziran 2025'te vizyonda olacak. John Wick'in kadın versiyonu diyebiliriz. İntikam almak isteyen genç kadına, Anne De Armas hayat verecek. John Wick evreni için güzel bir hamle olacağını düşünüyorum. Yönetmen ve senaristlerin de ana dörtlemedeki ile aynı olduğunu görünce kötü bir yapım beklemiyorum şahsen. Fragmanı yeni izleyebildim; Keanu Reeves'ın boy gösterdiği kısım heyecan vericiydi. John Wick'in ıntrosu da dahil, müzikleri fazlasıyla hoşuma gidiyor. Ballerina'nın da müzikleri etkili olacak gibi duruyor ve Ana De Armas'ı bu evrende Keanu ile beraber görmek gayet güzel bir karar. Kısacası aksiyona doyuracak bir film bizleri bekliyor.
Thunderbolts*, 2 Mayıs 2025'te vizyona girecek. Marvel biliyoruz ki son dönemde iyi işler çıkarmakta güçlük çekiyor. Bu yapımda bir grup kötünün (tam olarak öyle değiller, iki arada bir derede kalmış gibiler) hikâyesini izleyeceğiz. Suicide Squad'ın kopyası diyemeyiz elbette ama benzer bir niteliği de var. Oyuncular ve hayat verdikleri karakterler sıkıcı değiller şahsen; özellikle Natasha Romanoff'un kardeşi Yelena dikkat çeken konumda. Florence Pugh, son derece mantıklı bir seçimdi bunun için. Filmden beklentim, öyle büyük değil. Zaten fragman da ahım şahım durmuyor. Fakat izlenip geçilir türden bir filme benziyor. (Thor 4 ve The Marvels'dan her halükarda güzel olacaktır.)
Kaptan Amerika: Cesur Yeni Dünya, 14 Şubat 2025. Bu filmden hiçbir beklentim yok. Seriye dördüncüyü getirmeyi de mantıklı bulmuyordum. Sırf karakterin ünüyle başka bir oyuncuyu izlemek hiç gerekli bir şey değil. Yapımcılar da sanıyorum, filme karşın olumsuzluğun farkındadırlar; vizyon tarihine kadar film üzerinde oynama yapıp sahne ekleyip çıkaracaklar muhtemelen. Fakat ben güzel bir yapım izleyeceğimizi düşünmüyorum. Red Hulk ve Eski Hulk filminde izlediğimiz Liv Tyler getirilerek bir farklılık sunulmak istenilmiş ama kaliteden yoksun bir gösterim olacaksa... Beklentiyi yüksek tutmaya gerek yok bence hatta ben bu filmden hiçbir şey beklemiyorum desem doğru olur.
Venom: The Last Dance, eğlenceli bir yapım olabilir ama ne sinemada izlerim ne de bir beklentim olur. Seriye sıradan bir final getirmiş olacaklar muhtemelen.
Gladyatör 2: Napolyon rezaletinden sonra Ridley Scott'un düzgün bir koltukta oturduğunu görmek güzel. Süresi o eskiden izlediğimiz tarih, savaş filmlerindeki gibi 2 buçuk saat. Konusu da eskisinin bire bir devamı olduğunu gösteriyor, epik bir seyri olacak gibi duruyor.
Nosferatu: Robert Eggers, son dönemin en kaliteli yönetmenlerinden birisi. Daha önce çekilen iki filmini biliyorum Nosferatu'nun. Normalde eski yapımların tekrar tekrar çekilmesini hiç mi hiç mantıklı bulmuyorum ama şimdi yönetmen koltuğunda Robert Eggers varsa, heyecanla beklemek ve o filmi güzelce izlemek düşer bizlere. Çok iyi olacağını düşünüyorum. Karanlık vampir temalı filmler, romantiklere göre hep daha kalitelidir.
Wolfman: İzleyenler bilir H.G Wells'in "Görünmez Adam" eserinin modern bir uyarlamasını yapmıştı Leigh Whannel. Daha önce James Wann ile çalışmış ve filmlerinde oynamış birisi kendisi. Korku ve gerilim türünden devam etmek istemiş belli ki. Basit bir kurt adam filmi yerine daha gerilimlisi ve heyecanlısını sunacak gibi duruyor bizlere; fragmandan gördüğüm de buydu. Başrol için Julia Garner da iyi bir seçim olmuş. İzlenir ve beğenilir bir yapım olacağını düşünmekteyim.
Mickey 17: Ünlü Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho, fragmandan gördüğüm kadarıyla mizahi, fantastik ve bilim kurgulu başarılı bir iş çıkarmış gibi duruyor. Oyuncu kadrosu mükemmel. Robert Pattinson'u görmem yeterli oldu zaten. (Twilight ile hatırlamayın şu adamı lütfen.) Yönetmen kaliteli olunca insan kolay kolay kötü bir iş düşünmüyor; Parazit -ki bu zaten popüler hale geldi, benim için bu adamın en güzel filmi Memories of Murder'dır- Snowpiercer, Ana gibi yapımlardan sonra Mickey 17'yi izlemek sinemaseverler adına güzel olacaktır diye düşünüyorum. Sinemada da izlenilir nitelikte şahsen.
Minecraft Movie: Beklentim hiç yok, popüler oyunu gişeye aktarmak istemişler. Ne sinemada izlerim ne de internete düştüğü anda izlediğim bir film olur. Gereksiz bulduğumu da ekleyeyim.
Görevimiz Tehlike 7 part 2: Tom Cruise'ü oradan oraya atlarken ve mücadele ederken izleyeceğimiz serinin bir başka filmi olacak. Kötü bir iş beklemiyorum artık, serinin her bir filmi güzeller. Aksiyona ve maceraya doyuruyor.
M3EGAN 2.0: Yapay zeka, korku ile entegre edilerek bir film yapmak düşünüldü hatta James Wan da yapımcısı diye biliyorum. İlk filmi düşünürsek şahsen sıradan, ortalama, izlemesi keyifli bir yapımdı. Ama ikinci için hiçbir beklentim yok.
Jurassic World 4: Steven Spielberg'in bu serisine hayat vermeye devam ediliyor. En son bir üçleme çekilmiş ve şöyle böyle bir başarı elde edilmişti. Chris Pratt'i izlemek keyifliydi. Şimdi yeni seri için Scarlett Johansson düşünülmüş ve Marvel sonrası onu dev dinozorlardan kaçan bir grupta izlemek gayet güzel olacaktır fikrindeyim. Eğlenceli ve maceralı bir seyri olacaktır.
Superman. Şu DC, bir türlü ayakta duramadı. Yeniden başa dönülmek istenildi. Bakalım James Gunn'un evreni nasıl olacak. Ama Ha bire değişen Superman ve Batman görmek (Matt Reeves ve Nolan'ın Batman'i çok çok güzeller.) artık bir hayli sıkıcı oluyor. Hiç sevmediğim, abartı bir karakter Superman fakat film beğenilecek gibi duruyor.
Fantastik Dörtlü: Ekip güzel. Beklentim de düşük değil. Heyecanlı bir film olacak ve Marvel başarı yakalayacak gibi duruyor. Fakat gerek çizgi romanda gerekse eski filmlerde hep erkek olarak izlediğimiz Silver Surfer karakteri neden kız yapılır ki? Yani hayır anlamıyorum, Beyaz olan bir karakteri Zenci, Zenci olan bir karakteri beyaz, kızın erkek, erkeğin kız yapılmasının nedeni ve mantığı nedir? Orijinalite ve özgünlük darbe alıyor bu saçma sapan şeyler yüzünden.
Tron: Ares. Bu da aslında seri gibi bir şey. Önceden çekilmiş iki film var diye biliyorum ve 2000'lerde çekilmiş olanını izlemiştim. Bu sefer başrol için Evan Peters düşünülmüş, iyi bir karar. Bakalım film nasıl olur...
28 Years Later: Ünlü İngiliz yönetmen Danny Boyle'un Cilian Murphyli Zombi filmi "28 Days Later" ın devamı olacak. Bir yerde okumuştum Boyle filmi Iphone 15 ile çekmiş. Farklı bir atmosferi olacaktır fikrindeyim. Zaten ilk yapımın da oldukça gerici ve karanlık havası vardı. Soğuk mu soğuk bir İngiliz filmiydi. Piyasada öyle çok kaliteli Zombi filmleri görülmüyor artık. Ancak Yönetmenin Boyle, senaristin Garland ve başrolün de yine Cilian Murphy olmasından kaynaklı bu film güzel olacaktır.
Biraz uzadığının farkındaydım. Ama benim için keyifli bir yazı oldu. Hem filmlere dair beklentimi hem de bilgilerimi yazmış oldum. Bunlara ek olarak:
Blade filmini merakla bekliyorum...
The Conjuring 4'ü üçüncü film sonrası hiç de heyecanla beklemiyorum. Seriye final olacakmış bence de mantıklı, ilk iki film ne güzeldi...
Sizler de buradan beklediğiniz filmleri yazabilir ve üzerine konuşabiliriz. Güzel akşamlar 💚
Robert Eggers, şimdi sana ne diyelim? Şimdi senin bu filmini nasıl izah edelim? Şimdi biz sana nasıl övgüler yağalım? Şimdi biz senden, filmi anlamayıp 'beğenmedim' diyenler için özür mü dileyelim? Şimdi biz nasıl konuşalım, nasıl yazalım, nelerden bahsedelim? Aslında biliyor…devamıRobert Eggers, şimdi sana ne diyelim? Şimdi senin bu filmini nasıl izah edelim? Şimdi biz sana nasıl övgüler yağalım? Şimdi biz senden, filmi anlamayıp 'beğenmedim' diyenler için özür mü dileyelim? Şimdi biz nasıl konuşalım, nasıl yazalım, nelerden bahsedelim?
Aslında biliyor musun... Hiç söze gerek yok, sanat bazen hissetmektir. Sanat, metaforları yakalamaktır, onları zihnimizde bir balık gibi tutup aydınlığa çıkarmaktır... Herkesin aydınlığı ve tuttuğu balık aynı mıdır? Hayır elbette... Bu filme sıradan bir düz yazı yazmak hakaret olur diye düşünüyorum. Şiire kaymalı yazdıklarımız veya bilemiyorum Eggers'a bir mektup mu yazmalıyız?
Nasıl izah edelim? Bu film öğrendiğimce Yunan mitolojosindeki şu iki mitolojik karakter bilinmeden anlaşılamaz: Proteus ve Prometheus. Prometheus daha popülerdir, çoğunluk tarafından bilinir; Tanrıya başkaldıran, insanların tarafında.. sonradan Zeus tarafından cezalandırılmıştır. Deniz Feneri filminde bu mitolojik karakteri Robert Pattinson temsil ediyor... Çok da farklı olmadan. Proteus ise bencil ve vurdumduymaz bir yapıdadır. Yunan mitolojisine göre şekil değiştirme yetisine sahiptir. Bir deniz tanrısıdır. Filmde bunu, William Dafoe canlandırıyordu, çok da farklı olmadan...
Issız, ürkütücü bir adada sadece deniz fenerinden gelen ses duyulur. Ona rüzgarın haşin uğultusu ve denizin canavar gibi uluyan dalgası eşlik eder. Tabiat burada insana musallat olmuş bir şeytan gibidir. Neler olduğunu anlamakta güçlük çeker dururuz. Bu sırada iki karakter de birbiri ile çekişir, ara ara tatlı sohbet döner gibi olur fakat bu hiçbir şekilde bir güvenin teminatını vermez bize. Aksine her şey tersine gider... Öyle ki hangisi gerçek, birbirlerinin hayalleri mi acaba diye düşünmeye başlarız. Burada psikolojik bir çıkarım yapmak gerekirse insan zihninin kendi karmaşasını yansıtıyor diyebiliriz; korkuyoruz, kaçıyoruz, kızıyor... Ve geriye baktığımızda yine kendimizi görüyoruz. Çünkü biz kendimizden memnun değil gibiyiz...
Filmden herkes bu iki mitolojik karakterlerin sembolizesi dışında farklı anlamlar çıkarabilir. Mesela Ephraim ilk başlarda alkol içmeyen, uyumlu bir tip olarak giriş yapıyor adaya, nitekim davranışları ve tepkilerinden anlıyoruz bunu fakat filmin ilerleyen dakikalarında bir kırılma oluyor; küçük bir yudum ile başta içmediği alkole başlıyor ve her şey tersine gidiyor... Zamanla sürekli şişe elinden eksik olmuyor. Alkol, kötülüğün anasıdır sözünden hareketle bu filmde de alkolün zehir edici ve şeytansı yanını görmüş olabiliriz.
Robert Pattinson, harika bir oyuncudur. Twilight serisi onun kâbusu haline gelmiştir. Çünkü o seri ile hatırlanmak, elbette kaliteli bir oyuncunun hüznü olur. Pattinson, harika bir oyuncudur; Batman'e bambaşka bir hayat vermiştir. Twilight serisinde Edward'tı bir zamanlar ama kariyerinde çok güzel filmleri de vardır ve hâlâ da onu etkileyici performanslarda izleyeceğimizden şüphe duymuyorum.
Şu diziyi ekleyen/eklettiren/vesile olan ilk kişi olduğum için mutluyum 🥰 Noah Hawley ismini görmek, dizinin güzel olacağına güvenmem için yeterli. Gerilim ve macera dolu bir yolculuğa çıkacak gibiyiz. Alien filmleri ile aynı evrende olup hatta ilk filmden seneler öncesini anlatacak.…devamıŞu diziyi ekleyen/eklettiren/vesile olan ilk kişi olduğum için mutluyum 🥰
Noah Hawley ismini görmek, dizinin güzel olacağına güvenmem için yeterli. Gerilim ve macera dolu bir yolculuğa çıkacak gibiyiz. Alien filmleri ile aynı evrende olup hatta ilk filmden seneler öncesini anlatacak. Fede Alverez tarafından çekilen son filmin güzelliğinden sonra 2025'te şöyle ekran başında tutacak bir Alien dizisi, samimi söylüyorum beni çok mutlu etti.
Noah Hawley? Fargo dizisini bilirsiniz, onun ve X-Men ile ufaktan bağlantılar içeren Legion dizisinin de yönetmen ve kurgucusu bu adam. O yüzden hani kalite kokan yapımlara imza atmış birisi Alien projesini mahvetmez diye düşünüyorum. Bir de bu Hawley, böyle soğuk havalarda geçen, karakterlerin gizemli olduğu konulara çok yatkın bir isim.
Alien baskılı kupa almak istedim ama Xenemorph (Yani yaratık) tasarımlı bir kupa biraz bana geri adım attırdı, gerek yok Wolvi dedim kendime. Bunun dışında @themadhatter'ın bir türlü izleyemediği film serisi o kadar güzel ki 😍 Alien'a şurada şiir yazıp akrostiş yaparım, aşk mektubu yazar, dillere destan serenatlar çıkıverir. Ama sakin kalmak istiyorum. 😇
İyi akşamlar 🌿
Sezon finalini 1 dakika önce bitirdim. Hakikaten çok heyecanlıydı. Uzun zamandır dizi izlerken böylesi bir heyecan yaşamamıştım. Anlaşılması zor bir konusu var diyemem, sadece kendinizi ilk bölümden itibaren dizinin ağır mı ağır akışına bırakıp olanları hissetmeniz lazım. İnsan benliğinin bir…devamıSezon finalini 1 dakika önce bitirdim. Hakikaten çok heyecanlıydı. Uzun zamandır dizi izlerken böylesi bir heyecan yaşamamıştım. Anlaşılması zor bir konusu var diyemem, sadece kendinizi ilk bölümden itibaren dizinin ağır mı ağır akışına bırakıp olanları hissetmeniz lazım. İnsan benliğinin bir mekanizma (Lumon Şirketi) ile ikiye ayrılıp iş ve iş dışı hafızalar elde edilmesi bu kadar tuhaf anlatılamazdı diye düşünüyorum.
Severence'a en yakışmayan şey aksiyon ve hızlı sahneler olurdu sanırım. Çünkü dizinin böyle bir kaygısı yok, sizi sıkmak gibi niyeti de yok. Oyuncular, kendilerine iş yerinde neler yapıldığını bilmeyen 4 karakteri çok başarılı canlandırmışlar. O donuk yüzler, bir similasyon içinde nasıl olunursa öyleydi.
Yalnız diyeceğim bir şey var. Christopher Walken, gay bir ihtiyarı canlandırmayı gerçekten çok mu aradın? Apple+'tan hemen hemen hiç proje izlemedim ama şu harika konulu diziye bile LGBT katmaktan uzak kalmamışlar, bence son derece gereksiz ve sıkıcı bir durumdu bu. Dizi sıkıcı değil ama LGBT unsuru gereksiz ve sıkıcıydı.
Bunun dışında ikinci sezonu merakla bekliyorum. Çok heyecanlı bir yerde sona erdi. 2 sene önce yayın hayatına başlamış bir dizi Severance ve ben ikinci sezona 3-4 ay kalmışken ilk sezonu bitirdiğim için mutluyum. Tekrardan @Themadhatter hanımefendiye teşekkürlerimi iletiyorum. Kendisi de izlerse tabii daha güzel olacak 😄
Yeniden çevrilen uyarlama filmler üzerine; Hollywood'un son zamanlarda sırf para için ve özgün bir film çekmek istemediği için kullandığı bir yöntem bu bence. Speak No Evil diye Avrupa yapımı bir korku filmi var. Hollywood bu sene James McAvoy başrollü bir…devamıYeniden çevrilen uyarlama filmler üzerine;
Hollywood'un son zamanlarda sırf para için ve özgün bir film çekmek istemediği için kullandığı bir yöntem bu bence. Speak No Evil diye Avrupa yapımı bir korku filmi var. Hollywood bu sene James McAvoy başrollü bir uyarlamasını çekti. Orijinal filmin yönetmeni, bu filmi seyretmiş ve beğenmediğini ifade etmiş. Değerlendirmesinde "Amerikalılar iyinin kötüyü yenmesi gereken bir kahramanlık hikâyesi için yetiştirilmişler." demiş. Hollywood olanını coşkuyla izleyen kitleyi de eleştirmiş. Burada yönetmen kimdir, necidir hiç bilmiyorum ve iki filmi de izlemedim fakat onu çok iyi anlayabiliyorum. Bazı filmlerin yeniden çevrimini yapmaya gerek YOOK. Bana çok itici geliyor.
Mesela örnekler artırılabilir: Danimarka yapımı harika bir gizem, suç filmi var. İsmi Den Skyldige. Hollywood ünlü bir yönetmen ve oyuncu ile bunun da uyarlamasını çekmişti, adına "The Guilty" dedi. Millet bunu öve öve bitiremedi, coşkuyla karşıladı ama Orijinal olan resmen unutuldu veya yok sayıldı. Bir örnek de The Crow'dan olsun... 90'larda popüler bir filmdi bu. Şimdi de açılıp izlenir. Fakat Hollywood bunun da yeniden çevrimini yaptı bu yıl ve imdb'si sanırım oldukça düşük. Çekmeyin abi. Eski filmleri tekrar aynı konu farklı oyuncular ile çekmek mantıklı gelmiyor bana. (Devam filmi olabilir bu ayrı bir şey) Zaten kendi kalitesi olan bilmem hangi ülkenin filmini kendinize uyarlamayın. Aksi olduğunda orijinal olana yazık ediliyor bence veya unutulmaya mahkum oluyor.
Örnekler artırılabilir. İstisna güzel olan filmler yok mu? Elbette var onlara değinmek istemiyorum şuan. Şöyle de bir şey var. Direkt hadi biz şu filmi çekelim diyerek, elini kolunu sallayarak çekmiyorlardır bu filmleri. Yani uyarlama olacaksa, orijinal filmin yapımcısından tabii ki haklar satın alınıyordur, birnevi izin alınıyordur. Fakat filmin yönetmeninin bu işte yetkisini bilmemekle birlikte yönetmenin pek sıcak bakmadığını düşünüyorum bu tür durumlara. Hadi diyelim ki baktı... İlk örnekte verdiğim gibi de uyarlama olana "Beğenmedim" diyebilirler yani. Bir örnek de King ile Kubrick'ten olsun. King'in çok güzel bir korku romanı var. İsmi: Medyum. Kubrick, "The Shining" adı altında güzel bir filmini çekti. Ama King, bu filmi beğenmediğini söylemişti ve ikisinin araları bozuktu mesela böyle biliyorum.
Neden bu kadar yazdım? Orijinal olanlar, hep daha öndedir. Taklitler aslını yaşatır...
Benim sabahları gaza gelme müziğim: Fetih Marşı. Ama Yıldırım Gürses'ten. Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır Haydi artık uyuyan destanını uyandır! Elde sensin, dilde sen, gönüldesin, baştasın. Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! Arif Nihat Asya'ya --Bayrak Şairimize-- bize…devamıBenim sabahları gaza gelme müziğim: Fetih Marşı. Ama Yıldırım Gürses'ten.
Bu kitaplar Fatih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır
Haydi artık uyuyan destanını uyandır!
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin, baştasın.
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Arif Nihat Asya'ya --Bayrak Şairimize-- bize bu mükemmel şiiri yazdığı için ve Yıldırım Gürses'e o eşsiz sesiyle bu gaza getirici besteyi sunduğu için sonsuz teşekkürler. Ben sabahları öyle dıptıs dıptıs müziklerle gaza gelemiyorum artık, anlamı olan kendi tarihimi yansıtan Fetih Marşı ile gaza geliyorum.
Kaderin biz istesek de istemesek de üzerimizde oynadığı oyunlar var. Kaderci bir görüşe teslim olmak istemem fakat olanlara karşın bazen boyun eğmekten başkasını yapamıyoruz. Bir insan teki değil, milyarlarca kitleyi en yakından ilgilendiren bir durum bu. Bir bataklık var, kimisi…devamıKaderin biz istesek de istemesek de üzerimizde oynadığı oyunlar var. Kaderci bir görüşe teslim olmak istemem fakat olanlara karşın bazen boyun eğmekten başkasını yapamıyoruz. Bir insan teki değil, milyarlarca kitleyi en yakından ilgilendiren bir durum bu. Bir bataklık var, kimisi kolayca atlayıp geçiyor, kimisi bata çıka ilerliyor, kimisi derinliklere gömülüp kayboluyor. Ve dünya dönmeye devam ediyor öylece. Geride kalanlara bazen cehennem bazense cennet oluveriyor dünya.
Fugui, gençliğinin bir kısmını kumarla geçirmiş; o yıllarda karısına kötü davranan, hepimizin görsek suratına tükürmek isteyeceği bir cahil adamdı. Tam manasıyla hayatını çar çur edip, yan gelip yatıyordu. Cehalet onu sarmıştı ya.. farkında bile değildi bir çöküşün içinde olduğunun; ailesini de yanında sürüklediğinin... Ne zaman bunun ayırdına vardı? İş işten geçince... Tam da burada: Yazar Yu Hua, adeta hiç durmadan, seri ve akıcı cümlelerle insanın yıkılmış dünyasının yeniden canlanabileceğini haykırıyor.
Kitabı okuyorken sanki sürekli konuşan ve hiç susmayan birini dinliyor gibiydim. Ha bire yaşam boyunca çektiği acıları, bunların sonuçlarını ve hızlıca kendisini toparlayışını anlatıyordu bir ihtiyar. Kendi içinde bir döngüye kapılmış anlatısı mevcuttu "Yaşamak" ın. Kısa ama huzur verici anlar, kaybedilenler, dökülen göz yaşları ve elbette yaşamaya devam etmek... İnsan nasıl bir yaşam sürüyorsa dünyası öyle anlam buluyor... İlkin yürek burkucu sayılabilecek olaylar, okuyucunun gönlünde hüzünle ağırlaşıyor fakat sonra yazarın üslubundan olacak acılara karşın daha basit tepkiler vermeye başlıyoruz. Burada edebiyatın da oyununu görüyorum; "Yaşamak" böyle bir kitap işte. Peki ama nasıl yaşıyoruz?
Son olarak eserin geçtiği döneme dikkat etmek gerekiyor. Yer yer Çan Kay Şek ve Mao Zedong gibi siyaset adamlarının isimlerine rastlıyoruz. Fugui'nin askerde yaşadıklarını anlattığı bölümü pek bir gerçekçi buldum. Zırvalamadan, basit ama etkileyici bir anlatım sunulmuş. Çin'i Kızıl (komünizm) bürümesi ile birlikte yaşamın değişmesi, komünlerin kuruluşu, fakirliğin büyümesi, insanların nelere muhtaç kaldığı da kitapta bir güzel geçiyor. Özellikle Çin'de Mao Zedong tarafından başlatılmış Kültür Devrimi'nin (1966-76) acımasız yansımalarını da kaleme almış Yua Hua. Devrim ruhunu yeniden canlandırmak adına birçok insan katledilmiş, ölesiye dövülmüş. Kısacası böyle bir içeriğe sahip roman ülkesinde çıktığı sene yasaklanır mı? Çin'de iseniz: Evet!.
Her ne kadar ilk yıllarında, Çin'de yasaklansa da diğer ülkelerde büyük ilgi görüyor ve yanlış değilsem 1990 larda filme uyarlanıyor ve Cannes Film Festivalinde ödülü kapıyor. Yazıma son vermeden önce Jaguar yayınlarından ve çevirmenden söz etmezsem kendimi kötü hissederim. Çince zor bir dildir diye biliyorum ve bunu başarılı şekilde Türkçe'ye çevirmek bir hayli zor olmalı. Bu sebeple Bahar Kılıç hanımefendiye teşekkür etmek düşer bizlere. Ve bu kitabı bizlerle buluşturduğu için son dönemlerde ilgimi kazanmış Jaguar Yayınlarına da minnettarım.
Sevgiyle kalın 💚
2024 yılında kendime 32 kitap okuma hedefi belirlemiştim. Eylül ayındayız ve 25'ini tamamladım. Aslında 32 kulağa az gibi geliyor fakat yoğunluğun zaman zaman değişebileceği ve her zaman vakit ayrılamayacağı için böyle bir sayı belirlemiştim. Şu bir hafta işe girdiğim için…devamı2024 yılında kendime 32 kitap okuma hedefi belirlemiştim. Eylül ayındayız ve 25'ini tamamladım. Aslında 32 kulağa az gibi geliyor fakat yoğunluğun zaman zaman değişebileceği ve her zaman vakit ayrılamayacağı için böyle bir sayı belirlemiştim. Şu bir hafta işe girdiğim için (atama gelene kadar --Mülakat sonuçları açıklanana kadar-- ücretli öğretmenlik yapayım dedim) okumakta olduğum "Yaşamak" kitabına devam edemedim ama bugün elime aldım ve keyifle okudum. Biraz aylık izlediği film ve okuduğu kitapları paylaşan @Themadhatter gibi olacağım bu gönderi ile birlikte 😄 Farklı olarak ben daha fazla gevezelik edeceğim...
Listemi paylaşmadan önce rafımda duran kitaplardan bahsetmek istiyorum. Fırsat buldukça kitap alış verişi yapan bir insanım. Son iki aydır pek hevesim olmuyor buna ama yine de bir sonu olmayacak tabii, kitaplar var olduğu sürece Wolvi de almaya devam edecek, tıpkı diğer okurlar gibi. Kitaplığımda okumadığım onlarca kitap bekliyor beni. Hatta birbiri ile yarışıyorlar diyebilirim, kimisi hemen kimisi yıllar sonra okunacak belki... Bugün okumadıklarım üzerine biraz düşündüm. Acaba belli bir düzene göre mi seçsem yoksa bir kura uygulaması indirip kitapları tek tek yazıp, çarkı çevirip hangisi gelirse ona göre mi diye bir fikre kapıldım. Mantıklı da buldum. Kura uygulamasına, henüz okumak istemediğim kalın kitapları yazmayacağım, böylelikle daha tatmin edici bir sonuç elde edebilirim.
Biraz da şu aralar nerede ve nasıl okuyorum? Bundan bahsedeceğim. Okula giderken serviste kitap okuyamıyorum. Ve öğretmenler odasında da aynı şekilde okuma isteği gelmiyor. Hatta cuma günü ders bitimi sonrası servis beklerken iki öğretmen yanımda kitap okudular ben çantamdan kitabımı çıkardım bir iki sayfa göz gezdirdim, Wolvi kapat şunu yav dedim, gidip çay doldurdum ve hüplettim. Okuma anlarım konusunda şunu netlikle söyleyebilirim: Tamamen bana özel oluyor. Genelde kalabalıkta heveslenemiyorum. Gürültü içinde mesela, müzik çalarken, insan sesleri kulağıma doluyorken okumak istemem. Biraz çevremden izole olmak istiyorum, elime kitap aldığımda. Yani ayrı bir dünya belleyip o evrende bir 20 dakika zaman geçirip yeniden kendi dünyama dönmek istiyorum diyebilirim, kitap okumak böyle bir şey benim için. Umarım anlatabilmişimdir.
E o zaman artık bu yıl okumuş olduğum 25 kitabı listeleyebilirim:
1- Mahşer (Stephen King): Buna aslında 2023 Aralık'ta başlamıştım. Ama Ocak ayında bitmiş hangi yıla dahil etmem gerektiğine karar veremedim 😫
2- Yitik Cennet (Sezai Karakoç)
3- Gene Yalnızlık (Nurullah Ataç)
4- Kuşlar Da Gitti (Yaşar Kemal)
5- Biz (Zamyatin) 🌟
6- Pencereden (Güray Süngü) 🌟
7- Yazı, İmge ve Gerçeklik (Rasim Özdenören)
8- Hastalık Hastası (Moliére) 🌟
9- Kızıl Kahkaha (Leonid Andreyev) 🌟
10- Bir Değirmendir Bu Dünya ( Cahit Zarifoğlu)
11- Türkçe Meselesi (Ali Fuad Başgil)
12- Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (Mizancı Murad)
13- Kallokain (Karin Boye) 🌟
14- Vathek (William Backford)
15- Günler Aylar Yıllar (Yan Lianke) 🌟
16- Dorian Grey'in Portresi (Oscar Wilde) 🌟
17- Çağrı (Stephen King) 🌟
18- Clarissa (Stefan Zweig)
19- Cânan (Peyami Safa)
20- Üç Zor Mesele (İsmet Özel)
21- Oyunbaz (Wulf Dorn) 🌟
22- Ay Tiradı (Ali Ural)
23- Yaban Kazı (Ogai Mori)
24- Mars Yıllıkları (Ray Bradbury)
25- Bir Adam Yaratmak (Necip Fazıl Kısakürek🌟
26- Yaşamak (Yu Hua): Henüz bitmedi.
Bu saydıklarımdan etkilendiklerime ve beğendiklerime yıldız koyacağım. Yıldız koymadıklarım hiç beğenmediğim manasına gelmiyor, sadece kararsızımdır veya o kadar da yıldız koymalık değildir benim için. Aralarında bazı deneme eserleri mevcut. Onlara genelde puan da vermiyorum, çünkü deneme türünde metinleri daha farklı okuyorum; bilinçlenmek, araştırmak, öğrenmek gibi diyeyim. Bu sebeple onları değerlendirmek bana biraz mantıksız geliyor... Wolvi'nin okuma değerlendirmesi burada sona ermiştir. Hep okuyalım, hep öğrenelim, hep mutlu olalım inşallah 💚 Hayırlı kandillerrr