sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hala içimizde o yanardağı ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen…devamısanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hala içimizde o yanardağı ağzı
hâlâ kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek
aşkımız
-Attilâ İlhan
Bir insan?
Bir şizofren?
Bir şeytan(?)
***
Üzerine 10000 kelimelik bir yazı yazsam bile aklımdan geçenleri, bu kitaba karşı hissettiğim duyguları buraya dökemeyeceğimi biliyorum. Her açıdan mükemmele oynayabilecek bir kitap Olasılıksız. Gerek konusu gerekse akıcı dili olsun bizi kendisine bağlayan…devamıBir insan?
Bir şizofren?
Bir şeytan(?)
***
Üzerine 10000 kelimelik bir yazı yazsam bile aklımdan geçenleri, bu kitaba karşı hissettiğim duyguları buraya dökemeyeceğimi biliyorum. Her açıdan mükemmele oynayabilecek bir kitap Olasılıksız. Gerek konusu gerekse akıcı dili olsun bizi kendisine bağlayan ve saatlerce başından kalkamayacağımız bir roman. Bir felsefenin kitabı, bir hastanın kitabı Olasılıksız.
Konusu: Bir ikizlerimiz var bizim. David ve Jasper. Jasper şizofreni hastası, David'se normal bir insan... ama bir yere kadar. Şans ile olasılığı bize sorgulatan, ulan acaba yasalar gerçekten ünlü fizikçilerin dediği gibi mi işliyor, madde gerçekten somut bir varlık mı yoksa biz bir enerjinin parçası mıyız diye düşündüren bir felsefesi var kitabın. Yer yer matematiğin yer yer fiziğin yer yer de felsefenin tadına bakılan bu roman ağzınızda mayhoş bir tat bırakıyor.
Olay örgüsü o kadar zekice kurgulanmış ki her bir sayfada heyecandan yastıkları kemirdiğim bile oluyordu. Sanki karakterler gözümün önünde o anı yaşıyormuş gibi hayretle onları okuyordum. Çok fazla sürükleyici, elinize aldığınızda bitirmek isteyeceğiniz türden bir kitap. Evet, bazı yerler okurken kafa yoruyor ama son bölümlere doğru yapboz o kadar güzel tamamlanıyor ki siz bile hayretle her sayfa çevrişinizde 'ulan' diyorsunuz. Aksiyon sahnelerinden tutun da durağan sahnelerine kadar her şey çok güzel işleniyor. İsteseniz de herhangi bir bölümde ilginizi kaybetmiyorsunuz daha doğru kaybedemiyorsunuz. Çünkü her şey birbiriyle o kadar bağlantılı ki daha kitabın ilk sayfasında yaşanan olayın aslını son bölümde son paragraflarda anlıyorsunuz. Anlayınca da kendinizi çok zeki hissediyorsunuz.
Bu kitap fiziğin ve matematiğin felsefesine karşı oldukça ilgimi de arttırdı ayrıca. Özellikle zarlar ile örnek verilen her bölüm oldukça kafa yoran, güzel bir bölümdü.
Özetle, ki anlatamadığım daha o kadar şey var ki, kitabı okuyun. Bilim kurgu klasiği olmaya aday olmalı bence şakasız son zamanlarda okuduğum en güzel kitaptı.
Suç ve Ceza kitabını okumamış da olsak hepimiz illaki bir yerlerden duymuşuzdur. Bazen bir okul sırasında çalınmıştır kulağımıza bazense bir pastane masasında. Raskolnikov'u duymuşuzdur mesela; paranoyak tavırlarını, bir anda yükselmelerini ve en önemlisi ise suç felsefesini, suç ve ceza felsefesini,…devamıSuç ve Ceza kitabını okumamış da olsak hepimiz illaki bir yerlerden duymuşuzdur. Bazen bir okul sırasında çalınmıştır kulağımıza bazense bir pastane masasında. Raskolnikov'u duymuşuzdur mesela; paranoyak tavırlarını, bir anda yükselmelerini ve en önemlisi ise suç felsefesini, suç ve ceza felsefesini, duymuşuzdur. Rus edebiyatının klasiklerinden sayılan, gerek betimlemesi gerekse ruh hallerinin yansıtılması açısından ne kadar başarılı bir eser olduğunu duymuşuzdur.
Kitabına değil de filmine gönderi atmamın sebebi şu: Kitabın kalitesini, ne olacağını ve bizi neyin beklediğini gayet iyi biliyoruz. İşte tam da bu yüzden filmini anlatmak istiyorum size.
Toplamda 4 tane Suç ve Ceza filmi buldum ancak bir tanesini -1998 yapımlı olanı- internette bulamadım ve bu yüzden toplamda 3 filmini izleyebildim. Üç saatten fazla olan bu yapım ise kurgusunun dışına çıkmayan, kitaba en sadık kalan film olmuş. Raskolnikov'un ani çıkışlarını oldukça başarılı yansıtmışlar. Bunun yanında küçük detaylar da dikkat çekmiyor değil. Örneğin, Rodya'nın odası. Kitapta betimlenen ve Raskolnikov'un ruhunu daraltacak kadar küçük olan oda oldukça iyi betimlenmiş filmde. Buna ek kitaptan birebir olan konuşma metinleri bile vardı. Özellikle Razumihin ve Raskolnikov'un, Petroviç'in odasına girerken gülüşüp eğlenmelerini görmek gerçekten beni çok mutlu etti.
Bunun yanında bir de 2002 yapımlı Suç ve Ceza filmi var. Onu da izledim ve bundan sonra en çok filme sadık kalan da o olmuş. 1935 yapımı film oldukça vasattı. Yani eğer siz de kitapların filmini izlemeyi seviyorsanız bu film tavsiyemdir. Her ne kadar siyah beyaz da olsa, birazcık bayılacak gibi de olsanız kitaba bağlı kalınması bu iki özelliği örtbas edebiliyor.
Yılların verdiği heyecanla, ağlaya zırlaya sinemada izlediğim bir filmdi. Çekimlerinden müziklerine birçok alanda müthiş bir filmdi, sadece kurgu çok basitti ama ona da kulp takmak istemiyorum zira diğer artı yönler benim için bu eksiği oldukça kapattı.
Konu yine aynı, sadece…devamıYılların verdiği heyecanla, ağlaya zırlaya sinemada izlediğim bir filmdi. Çekimlerinden müziklerine birçok alanda müthiş bir filmdi, sadece kurgu çok basitti ama ona da kulp takmak istemiyorum zira diğer artı yönler benim için bu eksiği oldukça kapattı.
Konu yine aynı, sadece olayların geçtiği ortam değişmiş ve çok da güzel olmuş. Yeni karakterler tanımak oldukça güzeldi ama yine de benim hala favorim Neytiri. Zoe Saldana tamamiyle teknolojinin arkasından bile ne güzel canlandırıyor karakterini. Buna ek olarak filmde bir çok mesaja değiniyorlar; başta aile olmak üzere hayvanların avlanmasına dikkat çekilmiş. Konu ne kadar da basit olsa James çok başarılı bir şekilde işlemiş, izlerken klişe sahneleri görünce oflayıp puflatmıyor.
Çok fazla balon diyen insanlar gördüm ama bence gerçekten değil. Sonuçta Avatar izliyorsunuz arkadaşlar... boş bir şey olmasını beklemek saçmalık olur. Özellikle sinemada ve 3D seçeneğini seçerek izlemeniz tavsiye edilir.
2020 yapımı Johnny Depp'in başrolünde olduğu gerçek hayattan esinlenilen Japonya-Amerika ortak yapımı olan bir film olarak karşımıza çıkıyor Minamata. 1971 yılları zamanında Chisso fabrikasının civa atıklarını denize boşaltmasıyla oluşan çevre kirliliği sonucu, 'Minamata' adını verdikleri bir hastalığı ve bu hastalığın…devamı2020 yapımı Johnny Depp'in başrolünde olduğu gerçek hayattan esinlenilen Japonya-Amerika ortak yapımı olan bir film olarak karşımıza çıkıyor Minamata. 1971 yılları zamanında Chisso fabrikasının civa atıklarını denize boşaltmasıyla oluşan çevre kirliliği sonucu, 'Minamata' adını verdikleri bir hastalığı ve bu hastalığın sonucu işleniyor. Acılı ailelerin gözyaşlarına, kırık kalplerine ve içinden çıkılmaz zor durumlarına tanık oluyoruz. Çaresizliklerini güzel bir oyunculukla dile getirişleri ve bu uğurda göze aldıklarını izliyoruz.
Genel bir konuyu anlatmak gerekirse, Gene isimli bir fotoğrafçının kendisinden yardım isteyen bir kız sonucunda Japonya'ya gidişini ve hastalığı fotoğaflayışını anlatıyor. Bu uğurda karşısına çıkan zorlukları, etkilenen psikolojisini, ailesiyle olan sıkışık ilişkisini de görüyoruz karakterimizde.
Filmden alakasız şu cümlelerimi de dile getirmek istiyorum: Bu film tam Depp'in Amber Heard ile davasının alevlendiği zamanlarda çıktı. Biz deppheadlerin heyecanla beklediği filmi şimdi izleme olanağı buldum ve bunun için çok mutluyum. Gerçekten güzel bir iş başarmış ki imdb puanından da bu belli oluyor zaten. Minamata gerçekten ayrı bir film benim için, Depp'in de neredeyse en yaşlıyken görebildiğim hali olabilir ki bu sanki elimde büyümüş hissiyatı yarattı.
Şimdi geri dönelim filme: Çekim açıları, canlandırmalar, oyunculuklar oldukça iyiydi. Hikayeyi iyi hissettirdiler, çaresizliği iyi duyurdular ve bu yönden film hiç sıkmadı. Çocuklara ise gerçekten üzüldüm ve bu hastalığa sahip hala binlerce kişi olduğuna eminim, umarım en tez zamanda iyileşirler. Ve son olarak filmin son sahnelerinde geçen 'Tomoko and Her bath' resmine bakmayı unutmayın. En içten etkilendiğim sahne olabilirdi. O kadar güzel canlanmışmışlar ki sanki bir ressamın elinden çıkan portreyi haraket ettiriyorlar gibiydi. Oldukça... oldukça güzeldi.
Ama her zaman geçer öğlen sıcağı akşam olur, gece olur ve acı çekenler, yorgunlar tatlı tatlı uyuyacakları huzurlu yuvalarına dönerler...
-Babalar ve Oğullar, İvan Sergeyeviç Turgenyev
Ölmeye yatmış bir adamın şehrinde doğmak...
-Bruce Springsteen
***
Oldukça uzun bir serüvendi benim için. 2 yıldır aklımda olan, inatla okumak isteyip ama ya çok korkarsam diye okumaya çekindiğim bir kitaptı. Ve sonunda elime geçti; kitabını okudum, filmini izledim ve…devamıÖlmeye yatmış bir adamın şehrinde doğmak...
-Bruce Springsteen
***
Oldukça uzun bir serüvendi benim için. 2 yıldır aklımda olan, inatla okumak isteyip ama ya çok korkarsam diye okumaya çekindiğim bir kitaptı. Ve sonunda elime geçti; kitabını okudum, filmini izledim ve bu seriye tamamen doydum. King üstadın en güzel, akıcı ve anlam dolu kitaplarından biridir bence.
Konusunu az çok bilseniz de genel bir özet geçmek gerekebilir: 7 çocuğun ve 1 yaratığın çekişmesidir aslında kısaca. Onların ruhunun derinliklerine indiğimiz, kah aşklarına gıptayla baktığımız kah arkadaşlıklarına kalbimizi bıraktığımız 7 pırlanta gibi çocuk. Hepsinin kendine göre sorunları ve korkuları, iç çekişmeleri ve heyecanları, karakterleri ve mizaçlarına tanık olduğumuz ve sanki gerçekten arkadaşlarıymışız gibi hissettiğimiz bir eser. Korkutucu muydu, hayır. Güzel sahneleri vardı gerilim diye adlandırılacak ancak bunlara korktuğumu fazla söyleyemem.
Üslubuna gelirsek de oldukça akıcı ilerliyor kitap. Çok fazla sayfalardan da oluşmuş olsa öyle bir okunup gidiyor ki zamanım olsa çok daha kısa sürede bitirebileceğime emindim. Şimdi ise bitti ve boşluğa düştüm diyebilirim maalesef ki...
Bu kadar övmüş olsam da gerçekci bir eleştiriye ihtiyaç vardır şimdi: King oldukça güzel yazmış buna yalan yok ancak sonlara doğru karşılaştığım sahneler kitaba olan ilgimin kırılmasına neden olduğunu söylemezsem yalan olur. Spoiler olmaması için cümlelere dökmek istemiyorum ancak 7 tane küçük 11-12'lerinde çocuklar için fazla cesur ve uygunsuz sahneler vardı. Bunlar gerçekten de kitabın kırılma noktasıydı. Ve bir de sonu var elbette. Pennywise'ın dayandığı olaylar, geçmişi oldukça anlayamadığım ve çok da anlamak istemediğim bir türdendi, basite mi kaçmış bilinmez ancak daha farklı beklerdim sonunu. Bunun haricinde de sorunum yok aslında.
Son olarak şunu dillendirmeliyim ki kitabın değindiği konular, alttan alta verdiği mesajlar oldukça anlamlıydı. Homofobikliğin aslında bir yaratıkla -Pennywise ile- hiçbir farkının olması, bir çocuğun ailesinin aynası olduğu, çocuklarda travma bırakabilecek aile davranışları ve en güzeli ise yine çocukların hayal dünyasının genişliği. Kitap artık yetişkinliğe geçildiğine bize bu ayrımı oldukça gözümüze sokmuştu. Orda da çok güzel cümleler vardı ancak hiçbiri hatrımda yok şu an.
Stephen King'i okumayı ihmal etmeyin.
yanılmış bir kapıyım simsiyah
kendi üstüme kapanıyorum
seni paris'te kaybettim
yanlış bir yerde arıyorum
bozduğum her saat
içimi büsbütün daraltıyor
hiçbir mutluluğum kalmadı
ne bıraktıysan harcadım
inge bruckhart
resimlerine bakamıyorum
- yanlış yaşamak, Attilâ İlhan
Kitabını okurken paralelinde filmini de izleyeyim de çocuklar kafamda canlansın diye başladığım bir filmdi. Ve bu karakter oturmasını iyi yansıttıklarını düşünüyorum. Özellikle ne kadar az da görsek minik Georgie'm gerçekten aynısıydı.
Filme gelecek olursak Derry kasabasının her 27 yılda bir…devamıKitabını okurken paralelinde filmini de izleyeyim de çocuklar kafamda canlansın diye başladığım bir filmdi. Ve bu karakter oturmasını iyi yansıttıklarını düşünüyorum. Özellikle ne kadar az da görsek minik Georgie'm gerçekten aynısıydı.
Filme gelecek olursak Derry kasabasının her 27 yılda bir başına gelen lanetten bahsediyor. Ve seçilen çocuklarımız da sürekli 'Loser' diye tarif edilen veletler. Pennywise kötü karakterimize karşı gösterdikleri çabayı ve geçici zaferi ele alıyor kısaca. Kesinlikle sıkmıyor ve akıp gidiyor film. Korktum mu diye sorarsanız, hayır ama beni sıkmamış olması kendini izlettirdi.
Çocuklar çok iyi seçilmiş. Gerçekten karakter-analiz çok iyi oturmuş sadece birazcık Bill de bi' acaba mı dedim ama bu bile hiç göze çarpmıyor. Ve sanırım en sevdiğim loser da Stanley Uris oldu. Pennywise'a da gelecek olursak gerçekten tatlı bir palyaço. Çocukken palyaço korkumdan dolayı film afişlerine bile bakamazdım ancak şimdi çok tatlı geliyor gözüme. Özellikle Mike'ın dövülme sahnesinde elinde bir çocuğun kolunu kemirirken kolu gülümseyip sallama sahnesini defalarca izledim.
Her ne kadar kitabın sonuna gelmemiş olsam da filmde olan bazı sahnelerin kitapta olduğunu düşünmüyorum. Özellikle son sahnede Bill ve Georgie'nin karşılaşması kitapta olmaz sanırım. Yine de mükemmel bir sahneydi. Georgie ve Bill'in birbirlerine seni özledim demesi ve gemi ayrıntısı o kadar tatlıydı ki dakikalarca ağladım o sahnede.
🎥- İzlenir mi, izlenir. Korku değil ama güzel bir seyir keyfi veren senaryolardan.