9 Nisan 1951 tarihinde intihar ederek yaşamına son veren Sadık Hidayet'in ölümünü, 25 yıllık arkadaşı şu şekilde anlatmıştır: Paris'te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün…devamı9 Nisan 1951 tarihinde intihar ederek yaşamına son veren Sadık Hidayet'in ölümünü, 25 yıllık arkadaşı şu şekilde anlatmıştır: Paris'te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatarken buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu. Doğu'nun Franz Kafkası olarak bilinen Sadık Hidayet, en bilinen romanı Kör Baykuş'ta ruh durumunu şu şekilde ifade etti:
Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıktan yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Düşündüm herkesin gökyüzünde bir yıldızı varsa, benim yıldızım uzak, karanlık, anlamsız olmalı. Belki de benim hiç yıldızım olmadı. İçimde müphem bir arzu: Bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakın pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam?
Azap çeken bir ruh gibi bekliyor, kolluyor, arıyordum, lakin boşuna!
Dünya, ıssız yaslı bir ev gibi görünüyordu gözüme ve ben bağrımda bir acı duyuyordum. Bana göre değildi bu dünya: bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya.
Gönlümde düğümlenen bir şeydi bu ıstırap, bu kederli hal; kasırgadan az önceki havayı andırıyordu.
Hissettim ki benim düşüncelerim de dayanıksız bir avuç kor gibidir, kül olmuştur, bir üflemeye bakar.
Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! Artık hiçbir şeye inanmıyorum.
Bazı kimselerin ölümle savaşı daha yirmisinde başlar; birçokları da yağı bitmiş lambalar gibi, sessiz yavaş, ecelleriyle sönerler.
Yalnız ölüm yalan söylemez!
Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır.
Kimse göründüğü kadar dayanıklı değildir.
Sadece görünmeyen yangınlar,
duyulmayan fırtınalar,
gizlice çürüyen ruhlar vardır.
Nedir günler, nedir aylar?
Benim için önemi yok.
çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca, balkona yorgun çamaşırlar asmayı, ki uçlarından çile damlardı, güneşte nane kurutmayı. ben acılarımın başını, evcimen telaşlarla okşadım bayım. bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. insan kaybolmayı ister mi? ben işte istedim bayım. uzaklara…devamıçok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca,
balkona yorgun çamaşırlar asmayı,
ki uçlarından çile damlardı,
güneşte nane kurutmayı.
ben acılarımın başını,
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
bir pardösüm bile oldu
içinde kaybolduğum.
insan kaybolmayı ister mi?
ben işte istedim bayım.
uzaklara gittim
uzaklar sana gelmez,
sen uzaklara gidersin
uzaklar seni ister
bak uzaklar da aşktan anlar bayım.
Onlardan ayrılınca kuruyup gitmiş otlarla kaplı tepeye doğru yürümeye başladım. Adını bile bilmediğim sararıp gitmiş incecik otlar. Kimi adsız sansız kimi kimsenin umrunda olmayan bu değersiz otlar buradaki hayatıma benzer şekilde hiçbir değere layık görülmediği için belki ilk kez önemli…devamıOnlardan ayrılınca kuruyup gitmiş otlarla kaplı tepeye doğru yürümeye başladım. Adını bile bilmediğim sararıp gitmiş incecik otlar. Kimi adsız sansız kimi kimsenin umrunda olmayan bu değersiz otlar buradaki hayatıma benzer şekilde hiçbir değere layık görülmediği için belki ilk kez önemli göründü gözüme.
Sonra Sevim'i düşündüm. Onda aradığımı. Bu, yaşama kapanmış kıpırtısız coğrafyada onda aradığım kendimde bulamadığım bir şeydi belki. Bir enerji. Taşkınlığın küçük bir belirtisi. Onu değil, onun ötesini düşlemiştim ben. Onun ötesinde kurduğum bir hayal dünyasının. Sadece aracı kılmak istemiştim onu. Ama biliyordum aramızda yine çığlıklarımızın birbirine ulaşamayacağı kadar derin ve geniş bir uçurum, bilinçlerimizin yakınlaşamayacağı kadar acımasız bir uzaklık vardı. İmkansızlığı düşlemiştim.
Şimdi yine onunla konuşuyorum kafamda.
Sevim! Son konuşmamızda yalan söyledim sana. Tüm kendimi inandırma çabalarıma rağmen pişman değilim seni tanıdığıma. Senin gözünden kendimi görmek isterdim. İleride bana benzemeyeceğin kesin. Ve hayatla daha sıkı, doğrudan bir bağ kurabilen hırçın, yırtıcı, mutlu ve umutlu biri olacağın da. Ki böyle olacağın için bir yandan acırken bir yandan da seviniyorum senin adına. Hayat böyle. Bizi birbirimizle buluşturan bu rastlantı bile ne akıl almaz bir bilmece. Bu düşüncenin başlangıcında bile bizi saran his, yaşananların hiç bir kıymeti yok denilemeyeceğidir.
Evet yaşananlar, konuşulanlar, duygular belki de evrenin karanlık bir dehlizindeki kusursuz bir bilince yansıyor.
Ama görünen şu ki gerçek sıkıcı olduğu kadar acımasız da. Her insan gibi sende göreceksin.
Zaman geçip gidecek ve kendi içine batmış binbir aksiliğin yaşandığı bu coğrafyada hayatta kalırsan yine de sararıp kuruyup gideceksin sonunda...
Bakmışsın ki ortalarına gelmişsin hayatın ve içindeki çölden başka hiçbir kazancın olmamış.
Ellerin bomboş.
Yarım kalmasın diye izlemeye devam ettim yine abartılan ama hiç abartıldığı kadar olmayan filmlerden biri daha. Eleştirilecek çok noktası var ama beni en rahatsız eden Patrick'in Will'i güya "kurtarmak için" 7 yıllık ilişkisini hiçe sayıp sevgilisini Will için aldatması oldu.…devamıYarım kalmasın diye izlemeye devam ettim yine abartılan ama hiç abartıldığı kadar olmayan filmlerden biri daha.
Eleştirilecek çok noktası var ama beni en rahatsız eden Patrick'in Will'i güya "kurtarmak için" 7 yıllık ilişkisini hiçe sayıp sevgilisini Will için aldatması oldu.
Genel olarak filmi sevemedim rahatsız ediciydi ve cringe olduğum çok fazla sahne vardı. İzlenmese de olur.
Son yarım saattir varlığını üzerime dayatan tek bir gerçek var, o da ne biliyor musun? Bacaklarımı lime lime doğrayan müzmin bir sızıyla boynumdan başlayıp yukarı tırmanan ve şiddetli bir baş ağrısına dönüşmek için fırsat kollayan sinsi bir tutunmadan başka da…devamıSon yarım saattir varlığını üzerime dayatan tek bir gerçek var, o da ne biliyor musun? Bacaklarımı lime lime doğrayan müzmin bir sızıyla boynumdan başlayıp yukarı tırmanan ve şiddetli bir baş ağrısına dönüşmek için fırsat kollayan sinsi bir tutunmadan başka da hiç bir şey değil!
Öyle olduğundan ne oluyor biliyor musun genç dostum: edebiyatın merkeziymiş, taşrasıymış hiç ama hiç umrumda olmuyor. İşte sizin toy kafanızın anlayamadığı şey de bu; HAYATTA SADECE TEK BİR GERÇEK YOK!
Bu elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesi. Adam kendini rahatlatmak için sürekli şöyle diyormuş: Buraya kadar her şey yolunda. Önemli olan yere düşüş değil yere çarpıştır. Devam et, gül. Hiçbir şey yapmadan bu lanet sisteme katlanmaktan sıkıldım. Fare deliklerinde…devamıBu elli katlı bir binadan düşen adamın hikayesi. Adam kendini rahatlatmak için sürekli şöyle diyormuş:
Buraya kadar her şey yolunda. Önemli olan yere düşüş değil yere çarpıştır.
Devam et, gül. Hiçbir şey yapmadan bu lanet sisteme katlanmaktan sıkıldım. Fare deliklerinde yaşıyoruz, siz bunu değiştirmek için ne yapıyorsunuz? Kılınızı bile kımıldatmıyorsunuz.
+Okula gitseydin eğer nefretin nefreti beslediğini öğrenirdin!
- Ben okula gitmedim. Sokaklardan geldim. Ne olacak? Sokaklar bana ne öğretti biliyor musun? Öteki yanağını çevirirsen ölürsün.
Tanrıya inanıyor musunuz? Aslında çok yanlış bir soru. Acaba tanrı bize inanıyor mu?
Bu düşen bir toplumun hikayesi. Düşerken kendini rahatlatmak için şunu tekrar edermiş:
Buraya kadar her şey yolunda. Önemli olan yere düşüş değil yere çarpıştır.
Size şunu söylemek istiyorum: evet belki ben bir baltaya sap olamayan, sıkıcı ve acınacak durumda biriyim. Tersliğim, uyumsuzluğum canınızı sıkıyor. Galiba hiçbir yeteneğim de yok. Kanımdan başka da verecek bir şeyim. Gençliğim kimseye gerekli olmayan bir izmarit gibi yok olup…devamıSize şunu söylemek istiyorum: evet belki ben bir baltaya sap olamayan, sıkıcı ve acınacak durumda biriyim. Tersliğim, uyumsuzluğum canınızı sıkıyor. Galiba hiçbir yeteneğim de yok. Kanımdan başka da verecek bir şeyim.
Gençliğim kimseye gerekli olmayan bir izmarit gibi yok olup gidiyor. Ne bir yuva ne dostlarım ne de bir işim yok.
Gençliğimin en verimli çağında bu kasabada tıkıldım kaldım. Erkekliğim, dinçliğim, kalbim gözümün önünde eriyor.
Şunu da söyleyeyim: askere gitme vakti gelene kadar bu kasabadan kurtulmaktan başka bir şey düşünmedim. Ama o sabah gelip çattığında beni bu kasabaya bağlayan bugüne kadar fark etmediğim daha derin bağlar olduğunu hissettim. Çiy damlalarıyla kaplı kavaklardan havaya ince bir koku yayılıyordu. Nedense o gün bana bu kavakları, çamları, çınarları hayatımda sanki ilk kez görüyormuşum gibi geldi. Sabahın bu erken vaktinde sokaklarda serseri bir mayın gibi dolaşan köpek çetelerinden başka bir şey olmaz. Galiba bu sessiz sabahları, köpekleri, sabah kokusunu seviyorum.
Ama bu kasabada yaşayan insanları ve küçük hesaplarını anlamıyorum. Ruhuma yabancı ve boğucu buluyorum.
Şimdi söyleyin bana büyük, ciddi ve herkese gerekli bir işin yapıldığı bir yerlere gitmek istemeke kötü olan ne var? Hı?
Bak Brian sorun şu ki Tanrı, nefret dolu bir Tanrıdır. Öyledir. Tanrı iyi olsaydı, kötülüğün dünyada ne işi olurdu? Acı, nefret, açgözlülük ve savaşlar neden var? Hiç mantıklı değil. Fakat eğer Tanrı nefret doluysa dünyada iyilik neden var diye sorabilirsin?…devamıBak Brian sorun şu ki Tanrı, nefret dolu bir Tanrıdır. Öyledir. Tanrı iyi olsaydı, kötülüğün dünyada ne işi olurdu? Acı, nefret, açgözlülük ve savaşlar neden var? Hiç mantıklı değil. Fakat eğer Tanrı nefret doluysa dünyada iyilik neden var diye sorabilirsin? Aşk, umut ve zevk neden var? Kabul edelim. İyi, kötü tarafından ezilmek için vardır. İyinin yadsınamaz varlığı kötünün ortaya çıkmasını sağlar. Bu yüzden Tanrı kötüdür. Kaç tane geçmiş ya da gelecek varlığın olursa olsun tümü acı, ıstırap, hastalık ve ölüm tarafından delik deşik edilecek.
Görüyorsun Brian, Tanrı seni sevmiyor. Tanrı seni küçümsüyor. Yani hiç umut yok.
Ve insanoğlu sadece şeytanın kendi kendini yarattığı bir cihazın bileşeni.