Bugün ikinci kez izledim. İlk izlediğimden de çok beğendim. Hani bazı film karakterleri vardır gerçekten bu ben işte dersiniz. Ben de Alper için aynı şeyleri söyledim. En az onun kadar bağlanma sorunu yaşayan, en az onun kadar sevgisini belli edemeyen,…devamıBugün ikinci kez izledim. İlk izlediğimden de çok beğendim. Hani bazı film karakterleri vardır gerçekten bu ben işte dersiniz. Ben de Alper için aynı şeyleri söyledim. En az onun kadar bağlanma sorunu yaşayan, en az onun kadar sevgisini belli edemeyen, en az onun kadar inatçı, en az onun kadar özgüvenli...
Ama bir o kadar da ıssız hissettiren bir karakterdi.
Hani derler ya gidene mi zor kalana mı? diye. İkisi için de çok zor dedirten bir film.
Gidenin ve kalanın yaşadığı çaresizlik çok güzel yansıtılmış.
Senaryo çok sağlam değildi belki ama o duygu yoğunluğunu öyle bir hissettim ki havuçlu kek yapıp ağlayarak yemek istedim. Issız adamların ve ıssız kadınların yaşadığı bir dünyada, sevginin daha çok ön planda olduğunu görebilmemiz dileğiyle.
Son olarak İrem Derici'nin bazı aşklar yarım kalmalı şarkısını da bu filme armağan ediyorum.
Spoiler içeriyor
Filmi komik yapan şey komik olmaması.
O kadar saçma ve abartılmış sahneler vardı ki, bundan şikayet etmek yerine gülüp geçtim ve düşününce komik olmasa da sahneyi izleyip kahkaha attığım daha sonra gerçekten çok saçmaydı neden güldüm anlamıyorum dediğim anlar oldu.…devamıFilmi komik yapan şey komik olmaması.
O kadar saçma ve abartılmış sahneler vardı ki, bundan şikayet etmek yerine gülüp geçtim ve düşününce komik olmasa da sahneyi izleyip kahkaha attığım daha sonra gerçekten çok saçmaydı neden güldüm anlamıyorum dediğim anlar oldu.
Karakterlerin isimlerinin Erkin ve Koray olması bana çok tatlı geldi çünkü Erkin Koray benim en sevdiğim şarkıcılar listesinde ilk 3'e giren bir sanatçıdır. Filmde de böyle küçük bir sürprizle karşılaşınca farklı bir saygı duydum İbrahim Büyükak'a.
Bekarlığa veda sahnelerini çok yaratıcı buldum belki gereksiz bir bilgi olacak ama arkadaşlarıma sahneyi atıp bana bundan yapın ileride demek istedim ama tabi ki bekarlığa veda etmeyi aklımın ucundan bile geçirmediğim için yapmadım.
Bu gereksiz bilgimden sonra film hakkındaki eleştirilerime başlayayım.
Öncelikle hikayenin sonunun çok aşırı basite kaçtığını düşünüyorum. Kimin eli kimin cebinde sorusunu sordurtan klasik bir Türk komedisi olmuş. İbrahim Büyükak'ın Yol arkadaşım ve küçük esnaf gibi filmlerini izlerken çok zevk alıyordum. Fakat bu filmi izleyince farkettim ki aslında o kadar da büyütülecek biri değilmiş onu anladım yani diğer yapımlarıyla karşılaştırınca senaryonun daha doğrusu kurgunun hep basite kaçtığını düşünüyorum.
Filmde sinirimi bozan bir diğer unsur da güzellik algısı oldu. Kilolu bir eşe sahip olabilirsin ama önemli olan sevgi gibi bir mesajı vardı. Afedersiniz ama bu mesaj bok gibi bir mesaj. Kilolu olmak kusur ama neyseki beni seviyor düşüncesi izlerken midemi bulandırdı. Belki de ben fazla duyar kasmış da olabilirim.
Filmdeki baba figürünü çok gereksiz buldum. Olmasa da olurmuş.
Bu arada saçma ama komik dediğim sahnelerden de bahsetmek istiyorum biraz.
Erkin karakterinin yüzüne işemeleri sahnesi, dans etme sahnesi, kayınpederin robot gibi olması, Erkin'in salaklıkları, filmin ilk sahneleri... Bana göre aşırı saçma ama bir o kadar da komik sahnelerdi.
Filmin iyi yönleri var mı? Tabi ki var. Ama klişe mesajlardan sıkılan biriyseniz bu iyi yönleri çok baskın değil. Basit bir konusu ama komik bir hikayesi var yani çerezlik bir film.
Son olarak filmdeki ege manzarası ve de yaz havası çok güzeldi. Sanırım en çok bu yönünü sevdim. Bana yazı yaşatmasını.
Daha yazılacak çok noktası vardır filmin ama kalan noktaları yorumlamaya üşendiğim için yorum burada bitiyor.
Okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabı oldu.
Sanki Ahmet Ümit ve Zülfü Livaneli birlikte yazmış gibiydi. Üslup, mesaj aktarma, kurgu vb. Şeylerde benzettiğim yazarlar oldu.
Kitabın bu kadar akıcı olmasını beklemiyordum. Mitolojik olaylardan kurgu çıkarınca genelde ortaya akıcı kitaplar çıkmıyor en…devamıOkuduğum ilk Orhan Pamuk kitabı oldu.
Sanki Ahmet Ümit ve Zülfü Livaneli birlikte yazmış gibiydi. Üslup, mesaj aktarma, kurgu vb. Şeylerde benzettiğim yazarlar oldu.
Kitabın bu kadar akıcı olmasını beklemiyordum. Mitolojik olaylardan kurgu çıkarınca genelde ortaya akıcı kitaplar çıkmıyor en azından benim açımdan. Bir yandan efsaneyi anlamaya çalışırken, bir yandan romanın kurgusuna odaklanmak genelde beni yorardı fakat bu kitapta olaylar gayet akıcı ilerledi.
Fakat her ne kadar akıcı ilerlese de her şey çok ani ve öylesine gelip geçti. Hatta bazı yerlerde yok daha neler demekten kendimi alıkoyamadim. Yazar aklına gelen tüm fikirleri sanki aniden ortaya dökmüş gibiydi; Yasak aşk, baba-oğul ilişkisi, mitoloji, aşk, cinsellik, maddi sıkıntılar, İstanbul tarihi, İstanbul sokakları, tiyatro, Komünizm ve Marksizm... Ve daha nice konu.
Çorba gibi bir kitaptı kısaca. İçinde vermek istediği mesajlar her ne kadar hoş olsa da dili daha iyi kullanabilirdi diye düşünüyorum. Aslında vermek istediği mesajın hoş olup olmadığına da emin değilim. Sanki, "oysa herkes öldürür sevdiğini" der gibiydi. Tabi çok da alakalı sayılmaz.
Bu kitap sayesinde Rüstem ve sührab ile Oidipus efsanelerini öğrenmek çok keyifliydi tarihi olaylar hakkında bilgiler barındırması çok hoştu. Aynı zamanda Orhan Pamuk'un kuyu ustalığı ve jeoloji alanlarında da yeterli araştırmalar yaptığını düşünüyorum.
Toplumumuzda hatta dünyada ebeveyn çocuk ilişkilerinin de güzel yorumlandığını düşünsem de yazarın aksine bunun çok da efsanelerle alakalı olduğunu düşünmüyorum.
Anneyle yatmak, oğlu veya babayı öldürmek gibi konuların hatta olayların da gerçek hayatta olması kitabın kurgusunun -maalesef- olan gerçekliği de yüzüme çarptırıldı. Özellikle günümüzde tecavüz gibi iğrenç olayların bu kadar yaygın olması da günümüzdeki hatta geçmişten bu yana aile değerini de sorgulatiyor.
Kitabın sonlarına doğru anneyle yatmanın ya da yaşça büyük insanla yatmanın iğrençliğinin toplum tarafından iğrenç karşılandığı fakat herkesin özellikle gençlerin ağzında olan ananın ile başlayan küfürlerin olması da aslında farkında olmadan küfür yoluyla genç yaştaki insanların bunu normalleştirmesi de eleştirildi en azından ben böyle anladım ki hak da veriyorum. Aslında yaşanmadığı sürece, lafa gelince normal ama yaşanınca ahlak dışı olduğunu ve bu durumun saçmalığı da sorgulanıyor kitapta.
Son cümleleri her ne kadar toparlayamasam da genel anlamda kitabı çok beğenmedim. Bilgilendirici bölümleri oldu, akıcılık açısından doyurdu, kurgu açısından ehti. Karakterler tam oturmamış ve olaylar karmakarışıktı. Orhan Pamuk'tan soğutan bir kitap olmasa da Orhan Pamuk'un bana göre bir yazar olmadığını en azından şimdilik öğreten bir kitap oldu. Umarım okuyanlar sever .
Spoiler içeriyor
Uzun zamandır bir filmde hiç bu kadar eğlenmemiştim. Bu kadar basit bir konuya sahip olup, böyle eğlenceli bir senaryo çıkması benim için çok şaşırtıcı oldu. Küfürlü bir mizah beklerken aksine olayların, mimiklerin ve tabi ki oyuncuların etkisiyle güldüren bir film…devamıUzun zamandır bir filmde hiç bu kadar eğlenmemiştim. Bu kadar basit bir konuya sahip olup, böyle eğlenceli bir senaryo çıkması benim için çok şaşırtıcı oldu. Küfürlü bir mizah beklerken aksine olayların, mimiklerin ve tabi ki oyuncuların etkisiyle güldüren bir film oldu benim için.
İçinde bazı ciddi mesajlar içeren sahneler de vardı. Babasıyla zaman geçirmek isteyen bir çocuğun dramı da vardı aynı zamanda.
Bu mesajı bence harika bir yolla vermişler.
Lunapark sahneleri son zamanlarda izlediğim en güzel sahneler olabilir. Biz ailecek pazar kahvaltısında izledik bu filmi. Şunu söyleyebilirim ki kahvaltıda değil de güzel bir film gecesinde arkadaş ortamıyla ve tabi patlamış mısırla izlenebilecek (bence) aşırı eğlenceli bir film.
Filmde aynı zamanda şöyle bir mesaj da vardı bence; filmlerde sürekli gördüğümüz lüks evler; ciddi, işkolik , tutumlu ve titiz insanlara ait olmasaydı nasıl bir ortam oluşurdu gibi bir mesaj. Bu filmde direkt gece kulübüne döndü ama olsun. Bir evin hakkı ancak böyle verilebilirdi 😅.
Ve şuna da takıldım filmde 200 € ile lunaparkta hayatlarının en iyi gecesini geçirdiler. Euronun gücü bir kez daha bu filmle yüzüme çarptırıldı.
Umarım mizah anlayışımız aynıdır ve bu filmi izlediğinizde en az benim kadar eğlenirsiniz.
Bu filme çok büyük bir ön yargı ile başlamıştım. Öğretmen-öğrenci aşkı yaşayan bir filmi insanlar neden sever anlamıyorum derdim. Fakat yakın arkadaşımın da tavsiyesi üzerine filme şans vermeye karar verdim.
İlk başları tam düşündüğüm gibi ilerlerken sonlara doğru bir hüzün…devamıBu filme çok büyük bir ön yargı ile başlamıştım. Öğretmen-öğrenci aşkı yaşayan bir filmi insanlar neden sever anlamıyorum derdim. Fakat yakın arkadaşımın da tavsiyesi üzerine filme şans vermeye karar verdim.
İlk başları tam düşündüğüm gibi ilerlerken sonlara doğru bir hüzün yağmuru başladı. Senaryoyu öylesine yazarken aniden fikir gelmiş de konu değişmiş gibiydi.
İlişkilerde yaş takıntısı yaşıyorsanız film rahatsız edebilir. Beni rahatsız eden noktalardan biri 18 yaşındaki gençlerin bu kadar evlilik meraklısı gösterilmesi oldu. Sanki hayat çok kolay ve tek eksik aşk gibi bir durum oluştu benim gözümde. Edebiyatın da böyle senaryolar için katledilmesine gerek yokmuş şahsen.
Senaryo çok iyi olmasa da sonlara doğru ön yargımi bir tık kırdım ve filme bakış açım değişti. Bu bir aşk hikayesi miydi emin değilim ama farklı bir hikaye olmuş. Sondaki çalan şarkının da Teoman'dan olması gönlümü ayrı fethetti. Benim için Yılın ilk filmi bu film oldu. O yüzden bu konuda da ayrı bir yeri oluştu.
Spoiler içeriyor
Öncelikle kitabı uzun zaman önce bitirdim fakat kelimeleri toparlamam hayli zaman aldı. Favorim ilan ettiğim kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmam şart diye düşündüm ve aklıma gelenleri direkt yazmaya karar verdim.
Herkesin kendisine yakın bulduğu, ruh eşi ilan ettiği, kendisi gibi gördüğü…devamıÖncelikle kitabı uzun zaman önce bitirdim fakat kelimeleri toparlamam hayli zaman aldı. Favorim ilan ettiğim kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmam şart diye düşündüm ve aklıma gelenleri direkt yazmaya karar verdim.
Herkesin kendisine yakın bulduğu, ruh eşi ilan ettiği, kendisi gibi gördüğü bir kitap karakteri ya da film-dizi karakteri vardır elbet. Benim için bu kişi Martin!.
Aşkı, başarıyı, umudu ve umutsuzluğu, cahilliği,toplumu, sosyalizmi, devleti, yoksulluğu, zenginliği ve daha nice konuyu barındıran bir şaheser, Martin Eden.
İnsanları sınıflandırmanın ve dış görünüşüyle yargılamanın saçmalığı da anlatıyordu kitapta. Zengin ve bilgili ya da harika bir mesleği olan kişileri üstün tutmak miydi başarı? Bu muydu hayat, sadece çalışmak ve zengin olmak mı? Sadece para mı var bu dünyada, başka güzellik yok mu?.
Bu sorular öyle bir çarptı ki yüzüme bazen kitabı bir kenara koyup vay be ne güzel anlatmış Jack London dedim!.
Sorularla yüzleşmekle bırakmayıp cevabını da çeşitli olaylarla verildi tabi ki.
Martin'in aşkı sorgulaması ve Ruth'tan vazgeçme aşamaları beni çok duygulandırdı. Martin'in yıkılışı, böyle hayata bağlanmışken yıkılması o aşamaları öyle güzel anlatılmış ki. Duygulandım demek sadece hüzünü değil her duyguyu ifade ediyordu benim için.
Kelimeleri çok fazla seçemedim. Tabiri caizse toparlayamadim. Ama şunu söyleyebilirim ki herkes hayatında en az 1 kez bile olsa Martin Eden okumalı!
Martin, benim hep üzümlü... Pardon hüzünlü kekim olacak.