Romanımızda -daha doğrusu hikayemizde- baş kahraman Behram Ağa'nın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir 😄
Roman, yeniçeriliğin mevcut olduğu bir zamanda-muhtemelen II. Mahmud devrinde- geçmektedir. Yazarımız yaşananları başkasından duymuş gibi biz okurlarına sunmuştur. Ahmet Mithat'ı az-çok bilenler böyle kurgulara yabancı…devamıRomanımızda -daha doğrusu hikayemizde- baş kahraman Behram Ağa'nın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir 😄
Roman, yeniçeriliğin mevcut olduğu bir zamanda-muhtemelen II. Mahmud devrinde- geçmektedir. Yazarımız yaşananları başkasından duymuş gibi biz okurlarına sunmuştur. Ahmet Mithat'ı az-çok bilenler böyle kurgulara yabancı değildir.
Romandan kısaca bahsetmek gerekirse baş kahramanımız Behram Ağa, gündüz işinde gücünde, akşamları ise iki yakın arkadaşıyla içki alemlerine katılmaktadır. Genellikle aynı mekanda takılan bu arkadaşlar bir gün farklılık yaparak bir helva sohbetine katılmak üzere sözleşirler. Sohbete gitmeden önce de başka bir mekanda içki içmeye karar verirler. Kendilerini karşı kıyıya götüren kayıkçı Yahudiden içki içilebilecek yerlerin tavsiyesini alırlar. Birkaç yeri dolaştıktan sonra bir mekana oturup içmeye eğlenmeye başlarlar derken Behram Ağa'nın arkadaşları sırasıyla kalkıp dışarıya çıkmışlar ve üzerinden uzun süre geçmesine rağmen geri dönmemişler. İlkten aklına kötü şeyler geldiyse de sonrasında o dönemlerde bu tarz şakaların sıklıkla yaşandığını bilen Behram Ağa da onlara bir şaka yapmaya karar verir. Bulundukları çevre tekinsiz olduğu için aklından üstünü başını yırtıp yanlarına öyle gitmeyi, soyulduğunu söylemeyi geçirmişti. Ama hava kararmaya başlayınca şakanın gerçek olacağından korkup bir an önce helva sohbetine gitmeye karar verir. Ne kadar hızlı giderse gitsin helva sohbetinin yerini bilmediği için daha fazla endişelenmeye başlamıştır. Ayrıca kendisi 50'li yaşlarda olduğu için çabucak da yorulmuş, terlemiştir. Zar zor yürürken biraz dinlenmek için bir evin önünde durmuş ve dış kapıya yaslanmıştır. Yaslandığı kapı kilitli olmadığından az daha dengesini yitirip düşürüyorken kendisini güç bela toparladı. Derken evden bir kandil belirdi ve aşağıya genç ve güzel bir kadın geldi. Behram Ağa, özür dileyip halini anlatmaya çalışsa da kadın gayet samimi tavırla Behram Ağa'yı evine davet etti. Bu durumu hiç beklemeyen Behram Ağa, gitmek istese de yorgunluktan dolayı adım atamıyordu. Kadın, Behram Ağa'yı tekrar davet etti ancak bu sefer daha fazla zorluk çıkartmıştı çünkü gelmezse yaygara koparıp herkesi buraya toplamaktan bahsediyordu. Behram Ağa da mecburen kadına uyup eve girmek durumunda kaldı. Kadın, Behram Ağa'ya hizmette bulunup gönlünü hoş etmeye çalıştığı sırada evin kapısı çalmasın mı? Normal bir çalma da değil, kapıyı kırarcasına pat pat küt küt sesleri geliyordu. Behram Ağa panikleyip ne yapacağını şaşırdı. Kadın(Leyla), Behram Ağa'yı yüklüğe saklayıp kapıyı açtı. Gelen Leyla'nın sevgilisiydi. Sevgilisi Zorlu Mustafa namında bir yeniçeriydi. Güçlü mü güçlü boylu mu boylu bir adamdı. Leyla, Behram Ağa açığa çıkmasın diye Mustafa'ya işve naz ile yanaşıp hizmet ederken yine kapı çalındı. Bu sefer gelen ise Leyla'nın kocasıydı! Zaten Zorlu Mustafa'yı görünce ayılıp bayılan Behram Ağa bir de işin içine koca girince ne yapacağını hepten şaşırdı. Olayları dolaptan temaşa eyledi(izledi). Asıl olay buradan sonra başladığı için spoiler vermek istemiyorum.
Özetten anlaşılacağı üzere roman gerilim filmlerini andırıyor. Zaten romanı okuduğumda o gerilimi ben de yaşadım. Sanki dolaptaki Behram Ağa değildi de bendim. Kendimi onun yerine koyduğumda kalbim küt küt atıyordu.
Son olarak romanın genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, konu ve üslubuyla Ahmet Mithat Efendi okuyucuları tatmin edecek bir roman kaleme almış. Bir film, tiyatro izliyormuş hatta olayları biz yaşıyormuşçasına aksetmiştir. Ayrıca romanda o dönemin kültürüne, düşünce yapısına ait birçok bilgi de bulunmaktadır.
Kısa ve öz yazılmış bu romanı mutlaka okumanızı öneririm 😊