kimi zaman bazı insanlara onların "duymak istediklerini" söylemeniz gerekir. ben bunda bir yanlışlık, kandırılmışlık görmüyorum. ne olması gerekiyorsa o olmalıdır en nihayetinde. lakin bazı insanlara da dürüst olmak boynumuzun borcudur, bunu hak ediyorlardır. aradaki ince çizgiyi iyi tahlil etmek, ayrımına…devamıkimi zaman bazı insanlara onların "duymak istediklerini" söylemeniz gerekir. ben bunda bir yanlışlık, kandırılmışlık görmüyorum. ne olması gerekiyorsa o olmalıdır en nihayetinde. lakin bazı insanlara da dürüst olmak boynumuzun borcudur, bunu hak ediyorlardır. aradaki ince çizgiyi iyi tahlil etmek, ayrımına varmak lazım.
öylesine kafama esince bir şeyler yazayım dedim; anlamanıza gerek yok, sevgiler
Spoiler içeriyor
"Acı çekmek bir şey değil, ama neyin acısını çektiğini bilmemek kahrediyor insanı."
bazen vazgeçemezsin. gerçekleri duymak ve yüzleşmek istersin. acı da olsa, aklını yitirecek de olsan istersin. çünkü gözlerin, kulakların ve aklın aldatılsa bile ruhun aldatılmak, gerçeklerden kaçmak istemez.
bir…devamı"Acı çekmek bir şey değil, ama neyin acısını çektiğini bilmemek kahrediyor insanı."
bazen vazgeçemezsin. gerçekleri duymak ve yüzleşmek istersin. acı da olsa, aklını yitirecek de olsan istersin. çünkü gözlerin, kulakların ve aklın aldatılsa bile ruhun aldatılmak, gerçeklerden kaçmak istemez.
bir demirkubuz filmi; erkek egemenli, kadının kötü, acımasız, kalpsiz ve fahişe olduğu, aynı zamanda ancak bir erkeğin yardımıyla kadının kurtulabildiği o filmlerinden yine biri evet. biraz filmin konusundan bahsedip karakterler üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağım ki bence üzerinde durulması gereken yer burası
Harun'un Nilgün ile ilişkisi vardır. Nilgün de Taylan'in, harun'un arkadaşının karısıdır. Ilişkilerinin olduğundan şüphe duyan Taylan intihar eder ve bu ölümün ağırlığı harun ve Nilgün çiftinin kucağına bırakılmış olur. Harun, hep Nilgün'u suçlayarak, onun kötü bir kadın olduğuna kendini ikna etmeye çalışarak, yeri geldiğinde hem psikolojik hem de fiziksel şiddetle inandırmaya çalışır. arkadaşına yaptığı ihanetin ağırlığını biraz olsun hafifletmeye çalışır, ancak bu ihanetin sorumluluğunu hiçbir zaman üstlenmeye kalkmaz. aradan zaman geçer ve harun Nilgün'den kendisini aldattığı hakkında şüphe duymaya başlar. Harun acı çekiyordur. Hem sormaya cesaret edemiyor, hem de sadece gerçekleri duymak istiyordur. buna karşın Nilgün ona bu istediğini vermek yerine gerçekleri söylemeyerek, susarak fiziksel şiddete maruz kalmasına rağmen harun'un acı ve merak içerisindeki kıvranışını seyretmeyi tercih eder. Nilgün Harun'u terk eder, Harun'u aldattığı adama gider, bir vakit sonra yaşananlardan dolayı onu da terk etmek zorunda kalır ve karnında bebeğiyle bir gecekonduya yerleşir. Bu süreçte harun'sa iç huzurunu biraz olsun kazanabilmek için taylan'in ailesine gidip özür diler, affedilmeyi bekler fakat tabii ki beklediği şey olmaz, oradan da yaka paça kovulur. Harun tek başına kalmıştır artık. Bir süre kendi içinde kavga ettiyse de soluğu yine Nilgün'un yanında almış ve ona "benimle gelir misin" demiştir. Burada anlıyoruz ki iktidar hep Nilgün'un elindeydi. Harun'un ona vurması onun hep acizliğindendi ve en sonunda işte tüm kibrinden sıyrılıp geri dönmüştü.
izledikten sonra aklınıza düşmüştür belki harun'un gerçekten sevip sevmediği sorusu. Bana kalırsa evet, seviyordu. Hatta aşıktı. Zaten sevmek ve aşık olmak da farklı kavramlar bana kalırsa. Aşkın içinde tutku, bağımlılık vardır. sevgininse bu denli güçlü duygular barındırdığını düşünmüyorum pek. harun'un Nilgün'e geri dönüşü de bu yüzden. Ona bağımlı, kopamıyor. Uğradığı ihanet ona geri dönmekten alıkoyamiyor. basit bir sevgiden ibaret olsaydı hisleri, geri dönebilir miydi? Buradan sonra biraz daha Nilgün'un üzerine yoğunlaşmak isterdim fakat demirkubuz onun iç dünyasını yansitmamak için çaba sarf etmiş neredeyse. demirkubuz, neyse:d Twitter'dan sonra hesabı varsa buradan da engelleyecek beni, susuyorum. Sonuç olarak aşk her şeyi affeder mi bilmiyorum fakat her şeyi yaptırır onu anlıyorum
32. Gün'ün Ecevit belgeselini bitirdim. hızımı alamadığım için arkadaşıma da bitirtip bir güzel tartışmasını da yaptık ve işin sonunda beni ciddi manada tatmin eden bir "Ecevit üzerine" taslağı oluştu kafamda. Konuyu belgesel üzerinden ele almak istediğim için yazıyı buraya yazarım…devamı32. Gün'ün Ecevit belgeselini bitirdim. hızımı alamadığım için arkadaşıma da bitirtip bir güzel tartışmasını da yaptık ve işin sonunda beni ciddi manada tatmin eden bir "Ecevit üzerine" taslağı oluştu kafamda. Konuyu belgesel üzerinden ele almak istediğim için yazıyı buraya yazarım diye düşünmüştüm fakat buranın ortamı buna pek uygun gibi gelmiyor bana. aslında uygun fakat hayır arkadaşlar sizinle bunu zarfta tartışmak, yorumlarda hakaretlerin uçuştuğunu görmek falan istemiyorum. sadece yazı ya, izlediğimiz bir şeyin yorumu falan hani :d ama başıma gelecekleri bildiğimden size sadece tavsiye etmekle yetiniyorum...
Spoiler içeriyor
"I can't take my mind
'til I find somebody new"
Muazzam bir müzik - film uyumuna şahitlik ediyoruz. Başta yazdığım iki dize bile bu iki saatlik filmi anlatmak için yeterli. hatta daha iyi özetlenemezdi. biraz film eleştirisi yapıp asıl istediğim…devamı"I can't take my mind
'til I find somebody new"
Muazzam bir müzik - film uyumuna şahitlik ediyoruz. Başta yazdığım iki dize bile bu iki saatlik filmi anlatmak için yeterli. hatta daha iyi özetlenemezdi. biraz film eleştirisi yapıp asıl istediğim yere, karakterlere gelmek istiyorum
Film sadece 4 kişi arasında geçmesine rağmen size asla gereksiz sahne/diyalog hissini yaşatmıyor, aksine sizi kendi sancılı dünyasına hapsediyor sonuna dek. son derece iyi olan oyunculuklar ve diyaloglar da bu gerçekliğe epey katkıda bulunuyor. ve evet hazır diyaloglar demişken o kısma geleyim...
Öncelikle filmi bir AŞK filmi sanan arkadaşlar için belirtmem gerekiyor ki bu bir aşk filmi DEĞIL. yönetmenin filmde anlatmaya çalıştığı şey de bu zaten, karakterler sürekli bir aşk, sevgi vurgusu yapıyor fakat özünde hiçbiri birbirine aşık değil. zira aşkın içerisinde bulunan cinselliği karakterlerimiz aşkın içerisinden alıp sadece cinsel dürtülerin olduğu bir ilişki türüne çeviriyor ve buna da aşk diyorlar. yanılsama tam da bu noktada başlıyor. Dan'in başta genç ve çekici olması yüzünden Alice'den etkilenmesi ama bir süre sonra Anna ile karşılaşması, bu sefer de ona aşık olması ardından Anna'nın Larry ile evlenmesi fakat anna'nin onu dan ile aldatması, ardından anna'nin sevdiği adama geri dönebilmesi için Larry ile yatması ve en sonunda dan'in tekrardan alice'e geri dönmesi... baş döndürücü değil mi? Siz burada bir aşk görebiliyor musunuz? ben de öyle düşünüyorum evet. fakat bana kalırsa asıl mesele bu da değil
Mesele şu ki bizim sadece bedensel yakınlaşmaları ihanet olarak algılamamızın aksine Larry Anna'ya daha çok "orgazm oldun mu? ne kadar zevk aldın? hiç gözlerini kapatıp beni düşündün mü? beni hiç gerçekten sevdin mi?" gibi sorular yöneltmis olması. sahne o kadar gerçekçiydi ki larry'i izlerken duygulanmamaniz elde değil. çünkü gerçek. sadece gerçekten sevilip sevilmedigini ve karısının bir başkasıyla mutlu olup olmadığını merak ediyor. ve yine çünkü onun başka biriyle mutlu olması, başka biriyle yatmış olmasından daha ağır geliyor.
ve sonlara doğru gelirken eğer alice'in dediği gibi birisinin aşkını göremiyor, hissedemiyor ve dokunamiyor, yalnizca basit kelimelerden ibaret olarak duyuyorsanız, belki de tam şu andan itibaren sevmeyi bırakmanız lazımdır. belki de size göre eşsiz bir aşk olan şey karşı taraf için o kadar da eşsiz değildir
Spoiler içeriyor
film, iyi kaleme alınmış bir şiir gibi. hüzün, ihanet, bağışlama, acı ve özlem bir arada verilip tek bir rengi oluşturmuşlar: mavi.
öyle düşünüyorum ki yerine daha iyi bir renk seçimi yapılamazdı. fakat ben bir yandan da bu renk seçiminin karakterin…devamıfilm, iyi kaleme alınmış bir şiir gibi. hüzün, ihanet, bağışlama, acı ve özlem bir arada verilip tek bir rengi oluşturmuşlar: mavi.
öyle düşünüyorum ki yerine daha iyi bir renk seçimi yapılamazdı. fakat ben bir yandan da bu renk seçiminin karakterin filmin sonlarına doğru kavuştuğu özgürlüğe bağlıyorum. başlarda sıradan bir hayat sürmekte olan, eşinin bestelerini yazan fakat ismini gizleyen, ardından ise ailesinin ölümünü sessizce atlatmak zorunda kalan Julie, filmin ilerleyen dakikalarıyla birlikte hem geçmişinin gerçekleri ile yüzleşiyor hem de özgürleşiyor. her şey bitti derken aslında yeniden hayata atılıyor. parmaklarını duvarda gezdirip kanamasını izlemesi ve tadına bakması da bu yüzden. yaşadıklarını görmek, hissetmek ve dışa vurmak istiyor. Julie bize "mavi"yle birlikte hayatta her şeyin olduğunu, kederin ve hüznün dahi tekdüze bir yapısı olmadığını ve bir yanımız acı çekerken bir yanımızın da bir o kadar affedici olabileceğini gösteriyor.