Sevgi sözcükleri... Her birimizin duymaya ihtiyaç duyduğu o sihirli sözcükler. Sözcüklerin gücüne pek inanmadığımı, sevginin sözlere sığdırılmayacağını düşünsem de ben de ihtiyaç duyuyorum böyle şeylere arada. Yani istek değil, ihtiyaç. Acaba hangisi daha kötüdür? Duymak isteyip duyamamak mı? Yoksa duyduklarının…devamıSevgi sözcükleri... Her birimizin duymaya ihtiyaç duyduğu o sihirli sözcükler. Sözcüklerin gücüne pek inanmadığımı, sevginin sözlere sığdırılmayacağını düşünsem de ben de ihtiyaç duyuyorum böyle şeylere arada. Yani istek değil, ihtiyaç. Acaba hangisi daha kötüdür? Duymak isteyip duyamamak mı? Yoksa duyduklarının sahte olması mı? Neyse bunlar pek de filmle ilgili değil, filmin ismini görünce öyle bi' aklıma geldi.
Evet, film sevgiyi anlatıyor. Hem de en yüce bağ üzerinden. Anne ve kızı. Daha önce Ingmar Bergman'ın Güz Sonatı'nı izlemiştim. Anne ve kızı arasındaki ilişkiyi anlatan film olarak. Klasik bi' Bergman filmi olarak o sadece hüzün odaklıydı, hüzün ve yara. Bu film ise daha eğlence ve samimiyet odaklı. Elbette dramda var. Bergman'ın Güz Sonatı'nı çok beğenmiştim. Yorumum da var, okuyabilirsiniz. Eğer merak ederseniz.
Kızlar genelde 'babacı' olarak anılsa da kızlar için anneleri çok önemlidir. ‘Annesi elbette önemli olacak’ değil mesele. Bunun çok ötesinde. Anne kızı için ilk rol modeldir belki, belki ilk sırdaş, ilk kavgasını verdiği kişi, ilk dostu, ilk arkadaşı... Kiminin ise ilk yarasıdır anne. Tıpkı Güz Sonatı'nda olduğu gibi. -Yani Kalli'ciğim o filmi mi konuşmaya geldik?- Kusura bakmayın arkadaşlar arada bağlantı kurunca bahsetmeden edemedim. Eh bir Bergman olunca hiç edemedim. Neyse filmde de bir anneyle kızın kimi zaman kopuk kimi zaman samimi ilişkisi üzerinden sevgi temasının işlenmesini görüyoruz.
Sevgi temasını işlemeye çalışmış işlemesine de beni etkileyen bir sevgi göremedim filmde. Ne anne (Aurora) ve kızı (Emma) arasında bağ vardı. Ne de Emma'nın kendi çocuklarıyla bir bağı vardı. Kocasıyla olan ilk başlardaki o yoğun sevginin de zamanla azaldığını görüyoruz. Sevgi biten bir şeymiş Evrim abla. Sevgiyi hissettirmeden bu kadar samimi ve doğal işlemesi. Yani çok güzeldi.
Filmin ilk 20-30 dakikası anlayamadığım bir şekilde çok hızlı geçti. Emma ne zaman evlendi, çoluk çocuğa karıştı üstüne 3 çocuk yaptı anlayamadım bile. Sonra bir anda durdu ve daha yavaş daha günlük akmaya başladı. Oradan sonra aldatmak, ihanet, çocuklarla olan kopukluklar, aşk, tutku, şehvet derken bir şekilde sonuna yaklaştık. Dramatik bir son vereceğini bağıra bağıra gösteren bir filmdi. Beni şaşırtmadı. Öyle hüzünlendirmedi de. Evet, hüzünlü bir sondu. Ya buna alıştığımdan ya da filmin kendi sonunu en baştan kabullendiğinden ötürü üzerimde pek bir etki bırakmadı.
Ailede en üzüldüğüm karakter Emma ve Flap çiftinin çocukları olan Tommy oldu. Kardeşlerin en büyüğü olarak görmek istemeyeceği gerçeklere tanık oldu. Her zaman öfkeli, içine kapanık, annesine uzak bir çocuk olarak izledik Tommy'i. O bir şeylerden uzaklaştıkça filmin gerçek hüznünü hissettim. Eğer bu filmde kilit karakter diyebileceğim birini seçmem gerekseydi bu Tommy Horton olurdu.
Film için eğlenceli demişler, ben pek eğlenceli sahneye rastlamadım. Veyahut benim eğlence anlayışıma uyan sahne yoktu. Tabii arada gülümsetti. Çünkü sıcak bir hava sunmuştu. Derdini eksik de olsa güzel anlattı.