Benim okuduğum baskı yine can yayınları fakat Akşit Göktürk çevirisi. Eski bir baskı, eski bir çeviri yani. Maalesef çeviriyi beğenemedim. Neye dayanarak beğenmedin derseniz de İngilizce aslından da birkaç chapter okudum ve bazı kısımları karşılaştırdım. Çevirmen çok literal translation yapmış,…devamıBenim okuduğum baskı yine can yayınları fakat Akşit Göktürk çevirisi. Eski bir baskı, eski bir çeviri yani. Maalesef çeviriyi beğenemedim. Neye dayanarak beğenmedin derseniz de İngilizce aslından da birkaç chapter okudum ve bazı kısımları karşılaştırdım. Çevirmen çok literal translation yapmış, yani çok kelime kelime (word by word) çevrilmiş ve de çeviribilimde kullanılan localization (yerelleştirme) gibi teknikler göz ardı edilmiş gibi geldi bana. Bu da bazı yerlerde akıcılığa zarar vermiş ve kitabın anlatımına ket vurmuş bence.
Bununla birlikte eski bir baskı olması sebebiyle de şu anda kullandığımız Türkçeden ve yazım kurallarından oldukça farklı bir anlatımı vardı. Mesela “hiçbir” kelimesi “hiç bir” şeklinde yazılmıştı ya da ünlü daralması dediğimiz durumlar hiç yoktu. Bunlar o zamana göre doğru kullanımlar elbette ama okurken gözüme çok battı nedense.
Konusuna gelecek olursam Lady Chatterly (Constance ya da Connie), savaş sonrası kötürüm kalan kocası Clifford’a karşı içten içe bir tiksinti ve acıma duymaktadır fakat bu duygularının kaynağı kocasının kötürüm olması değil, evliliklerinin gelişigüzelliğindendir. Evliliğinde kocasının kötürüm kalmasından önce de var olan tutku eksikliği her iki karakteri de kendi içlerinde bir yalnızlığa itmiş ve özellikle Connie için bu durum katlanılmaz bir hal almıştır. Daha sonra Wragby’deki evlerinin koru bekçisi olan Mellors’la yolu kesişir ve ikisi arasında bir ilişki başlar.
Kitap ilk başlarda güzel başladı ve beni yakaladı, ortalarında beni reading slump’a soktu ve hayatımdaki yoğunluk sebebiyle bir türlü devam edemedim ve başka bir şey de okuyamadım. Sonlarıyla yine beni yakaladı ve bu uzun yolculuğun sonuna gelmiş oldum. Keşke şöyle olsaydı dediğim birkaç bir şey var:
-Mellors ve Clifford keşke daha derinlikli yazılsaydı. Fakat özellikle Mellors’ın iç dünyası bir tık daha derinleştirilmeliydi. Sondaki mektupla ve kitabın ortalarından sonra derdini anlamış olduk elbette ama ben sırf Mellors karakteri üzerine yazılmış bir kitap bile okumayı isterdim.
-Sayfa sayısına göre yan karakterleri yüzeysel buldum. Evet, belki çok uzun bir kitap değil ama kısa da değil. Yan karakterlerden, onların hikayelerinden, endüstri toplumunda yaşamanın nasıl bir şey olduğundan, sınıf çatışmasından, toplumsal baskıdan bahsediliyordu ama kitaba yedirilmemiş gibiydi sanki.
Kitap dönemine göre oldukça cesur bu arada, baya baya cesur hem de ve ben bu cesurluğunu, cinselliği bir doğayla bütünleşme hali olarak anlatmasını vs. sevdim. Neyi sevmediğim kısmı hala çok net değil sanırım kafamda. Aktarılış biçimi belki? Bilemiyorum. Kısacası ilgisini çekenlere öneriyorum bu kitabı sadece. Aşırı da sevmedim çünkü. Uyarlamasını merak ediyorum ama.