Spoiler içeriyor
Bu kitabı okurken hakkında yazı yazmayı kafamda çokça tasarlamıştım fakat bitirince fark ettim ki aslında bu kitap aşkı, aşk ile kavrulmayı çok öz bir biçimde anlatan bir aşk romanı. Denizcilik, gemicilik, aganta gibi sözcükleri en afilli halleriyle kullanmış, küçük bilgilerle…devamıBu kitabı okurken hakkında yazı yazmayı kafamda çokça tasarlamıştım fakat bitirince fark ettim ki aslında bu kitap aşkı, aşk ile kavrulmayı çok öz bir biçimde anlatan bir aşk romanı.
Denizcilik, gemicilik, aganta gibi sözcükleri en afilli halleriyle kullanmış, küçük bilgilerle insanın merakını cezbeden bir kitap Aganta Burina Burinata.
Toprak insanı ve deniz insanı olmanın sırlarını paylaşan bu kitap aynı zamanda gerçek hayatın da bir özeti. Denizdeki insanların emeğinin karşılığını alamaması, karadaki insanların toprağa doymayışı..
Aslında canavarsı insan yüzlerinin yazıya dökülmüş hali gibi de diyebiliriz.
Mahmut'un hayatını okudukça kendinizden bir parça bulacaksınız demeyeceğim. Çünkü en azından kendim için sıcak odalarda, otobüste, mis gibi yorganın altında okuduğum bu kitapta o zorluk çektikçe ben mahcubiyet yaşadım.
Bununla birlikte yaşadığım kısa hayatta henüz edinmediğim tecrübeleri edindirerek bana tanışmadığım insanlar hakkımda tecrübe de kazandırdı.
Açıkcası insanların kötü olabildiğini bilsem de henüz kötü bir insanla karşılaştığımı düşünmüyorum. Bu kitapta hiç farkına varmadığım doyumsuz insanoğlunun komşusunun ekmeğine bile göz dikebildiğini öğrendim. Denizciler sulara gömülürken toprak insanları toprağın üstüne yayılıp kendi minicik mezarlarını daha da daraltmanın yollarını arıyorlarmış meğer.
Kitapta dikkatimi çeken bir diğer nokta Ayşe ve Erkek Fatma oldu. Fatma'nın denizler gibi ruh haline göre değişen gözleri ve Mahmut'u etkileyen güzelliği ile yazar sanki denizi betimlemek istemiş. Sonradan çirkinleşmesi aynı denizin Mahmut'a artık çirkin gelmesi gibi fakat hala Fatma'yı arayıp sevmesi de denize olan aşkının bitmediğini bize gösteriyormuş gibi. Sanki Ayşe toprak, Fatma deniz. Tüm güzelliğine, toprak gibi kara gözlerine, rahatlığına ve keyfiyetine rağmen Ayşe'ye bağlı kalmakta zorlanması da toprağın o cezbedici rahatlığına rağmen oraya ait hissetmemesi gibi. Ayşe tıpkı bir liman gibiydi ama Mahmut dalgalanan denizlerin, çocukluk hayallerinin, birden kaybolan Fatma'ya olan aşkının peşine düştü hep, hem içten hem de fiziken.
Ateşin etrafındaki pervaneler gibi deniz kıyılarında dolaşan, çocukluğundan beri de hasreti ile yanıp tutuşan Mahmut tam bir aşıktı. Aşk böyle bir şey değil mi zaten, devamlı zihnimizde, bir türlü kurtulamadığımız, bir yönden hoşumuza giderken araya hasret girince için için insanı tüketip etrafındaki her şeyi manasız hale getiren... Tıpkı Mahmut'un etrafındaki toprak insanlarının muhabbetini sığ bulması gibi etrafın ondan ayrık her köşesini zindanda gardiyanla hasbihal etmek gibi sıkıcılaştıran... Kendinle yüzleştiğinde sana korkak diyen... Kavuşma günü olmayacak diye kendini tam ikna etmişken bir dalgayla kıyıya vuran kayık ile tekrar ateşlenen...
Mahmut yalnızca deniz insanı değildi bu kitapta. O denize aşık, aciz, biçare, meczup bir adamdı. İşin enteresen kısmı bir o kadar da sıradan, hergün yanından geçtiğimiz öylesine bir adamdı.