Ayrıca, Kudüs'teki ilişkilere yönelik birinci elden raporumu duymaya can atan imparatorluk valisi Sulpicius Quirinius'un buyruğunu yerine getirmek için Suriye'ye gittim. Böylesine geniş bir alanda sık yolculuk ettiğim için de Tanrı'yla delicesine ilgilenen Yahudilerin acayipliğini gözleme fırsatı geçti elime. Bu onların…devamıAyrıca, Kudüs'teki ilişkilere yönelik birinci elden raporumu duymaya can atan imparatorluk valisi Sulpicius Quirinius'un buyruğunu yerine getirmek için Suriye'ye gittim. Böylesine geniş bir alanda sık yolculuk ettiğim için de Tanrı'yla delicesine ilgilenen Yahudilerin acayipliğini gözleme fırsatı geçti elime. Bu onların ayırıcı özelliğiydi. Böyle meseleleri rahiplerine birakmakla yetinemeyip, hiç durmaksızın kendileri rahiplere dönüşüp, nerede bir dinleyici buldularsa vaaz veriyorlardı.Ve dinleyiciden bol bir şey de yoktu.İşlerini güçlerini bir yana bırakıp dilenciler gibi ülkeyi dolaşarak sinagoglarda ve tapınak sundurmalarında hahamlar ve Talmudcularla kapışıp tartışıyorlardı. İsa denilen adamın izine denk gelişim, sakinlerine kafasız gözüyle bakılan, adı sanı duyulmamış Celile bölgesindeydi. Belli ki eskiden bir marangozmuş, ardından balıkçı olmuş ve balıkçı yoldaşları ağlarını çekmeyi bırakıp gezgin yaşamında onu izlemeye başlamışlar. Pek azı onu bir peygamber gibi görüyordu, ama çoğu onun çılgının teki olduğunu ileri sürüyordu. Talmud bilgisi söz konusu olunca, eline kimsenin su dökemeyeceğini öne süren benim sefil seyis yamağım da dilencilerin kralı dediği İsa'ya ateş püskürüyor; öğretisine, bana açıkladığı üzere, zenginlerle güçlüler sonsuza değin bir ateş gölünde yanarken, bir tek yoksulların cennete gitmeye hak kazanacağı sonucuna varmış Ebiyonit inanç diyordu.
Gözlemim şuydu ki herkesin bir diğerine deli demesi bu ülkede bir gelenekti. Gerçekte ise, benim yargıma göre bunların tümü deliydi. Baş belasıydılar. Büyü aracılığıyla şeytanları kovalıyorlar, ellerini koyarak hastalıkları iyileştiriyorlar, ölümcül zehirleri içip zarar görmüyorlar ve ölümcül yılanlarla hiç zarar görmeden oynuyorlar, ya da öyle idda ediyorlardı. Açlık çekerek yaşamak için çöllere gidiyorlardı Yeni öğretiyi uluyarak yeniden ortaya çıkıyorlar, çevrelerine kalabalıkları toplayıp öğretiyi bölüp parçalayacak yeni hizipler oluşturuyor ve daha çok hizbin ortaya çıkmasını sağlıyorlardı.
"Odin aşkına," dedim Pilatus'a, "bizim kuzey ayazımızın birazı, bunların akıllarını başlarına getirmeye yeterdi. Bu iklim fazla yumuşak. Damlar inşa edip, et avlayacaklarına hiç durmadan öğreti üretiyorlar."
"Ve de Tanrı'nın doğasını değiştiriyorlar," diyerek destekledi Pilatus acıyla. "Lanet olsun öğretisine."
"Ben de bunu diyorum," diye ona katıldım. "Bu deliler ülkesinden kafayı bozmadan ayrılabilirsem, ben öldükten sonra bana ne olabileceğine ilişkin bir şey söylemeye kalkışan kim olursa olsun, kafasını yaracağım."
Bunlar gibi baş belaları başka hiçbir yerde yoktu. Güneşin altındaki her şey onlar için ya dindar ya da kafirdi. Kılı kırk yaran tartışmalarda çok zekiyken, Roma'nın Devlet kavramını anlamaktan aciz görünüyorlardı. Politik olan her şey dinsel, dinsel olan her şey de politikti. Bu yüzden de bütün temsilcilerin işleri başlarından aşkındı. Roma kartalları, Roma heykelleri, hatta Pilatus'un adak kalkanları bile onların dinine kasten yapılmış hakaretlerdi.
Romalıların nüfus sayımı nefret uyandıran bir uygula maydı. Yine de yapılması gerekiyordu, çünkü vergilendirme nin temelini bu sayım oluşturuyordu. Ama burada da aynı gey gündeme geliyordu. Devlet tarafından vergilendirme yapılması, onların Yasa'sına ve Tanrısına karşı suçtu. Ha, o Yasa! Roma yasası değildi bu. Onların yasasıydı, Tanrı'nın Yasası dedikleri şeydi. Bu Yasa'yı çiğneyen kim olursa olsun onu katleden Zelotlar vardı.
Jack London~Yıldız Gezgini
sayfa 237~238