Tek kelimeyle bayıldım. Uzun zaman sonra bülümleri 20 dk nin üzerinde olan bir diziyi soluksuz izledim. Yalnızca bir zombi dizisi olmayıp zor şartlarda insanların neler yapabileceğini göstermesinin ve birtakım ahlaki ilkeleri irdelemesinin yanısıra inanılmaz duygusal bir hikaye işlenmiş. Oyunu pek…devamıTek kelimeyle bayıldım. Uzun zaman sonra bülümleri 20 dk nin üzerinde olan bir diziyi soluksuz izledim. Yalnızca bir zombi dizisi olmayıp zor şartlarda insanların neler yapabileceğini göstermesinin ve birtakım ahlaki ilkeleri irdelemesinin yanısıra inanılmaz duygusal bir hikaye işlenmiş. Oyunu pek bilmiyorum ama yine de oyundan uyarlanan bir dizinin bu kadar başarılı olmasına da şaşırdım açıkçası.
Oyunculuklara da laf yok. 8/10
Spoiler içeriyor
1997 yapımı Abbas Kiyarüstemi imzalı Kirazın Tadı filminden bahsetmek istiyorum. Başkarakter Bedi Bey intihar etmeye karar vermiştir. Kendine bir çukur kazan Bedi bey, para karşılığında ertesi gün gelip üzerine toprak atacak birini bulmak için yollara düşer. Önce genç bir asker…devamı1997 yapımı Abbas Kiyarüstemi imzalı Kirazın Tadı filminden bahsetmek istiyorum.
Başkarakter Bedi Bey intihar etmeye karar vermiştir. Kendine bir çukur kazan Bedi bey, para karşılığında ertesi gün gelip üzerine toprak atacak birini bulmak için yollara düşer. Önce genç bir asker alır arabasına. Asker korkup kaçar, teklifini reddeder. Sonra Afgan bir ilahiyatçı bulur, bu adam da inançları dolayısıyla yardım edemeyeceğini söyler. En son Bakari adında Türk bir adam biner Bedi bey'in arabasına. Teklifi direkt reddetmez, uzun bir süre Bedi beyi vazgeçirmeye çalışır. Kendi intiharından vazgeçiş hikayesini anlatarak şu sözlerle ona yaşamın güzelliklerini göstermeye çalışır."Bütün umutlarını mı kaybettin? Sabah uyandığında, hiç gökyüzüne baktın mı? Şafakta, güneşin doğuşunu görmek istemez misin? Gün batımında, güneşin kırmızısını ve sarısını artık daha fazla görmek istemiyor musun? Sen ay’ı gördün mü? Yıldızları görmeyi istemez misin? Dolunaylı geceyi yeniden görmek istemez misin? Gözlerini kapatmak mı istiyorsun? Bir kez daha ırmaktan su içmeyi istemez misin, ya da yüzünü yıkamak istemez misin bu suyla? Tüm bunlardan vazgeçmek mi istiyorsun? Her şeyi bırakmak mı istiyorsun? Kirazların lezzetini bırakmak mı istiyorsun?"
En sonda anlaşırlar, Bakari bey çocuğunu tedavi ettirecektir ve teklifi kabul eder. Ayrıldıktan sonra bir çift Bedi beyden fotoğraflarını çekmesini rica eder. Bunun üzerine Bedi bey geri dönüp Bakari beyi bulur tekrar. Telaş içinde sıkı sıkı tembihlemeye başlar. " Geldiğinde beni iyice sars, ölmemiş olabilirim. Cevap vermezsem taş at, uyuyor olabilirim." Bu sekanslar sonrası anlarız ki Bedi bey onu gömecek birini değil, ona yaşamın sıcaklığını hissettirip düştüğü çukurdan çıkaracak birini arıyordu aslında. Filmin sonunda Bedi bey ilaçları içer ve gece gidip kazdığı mezara yatar. Ölüp ölmediğini bize bırakıyor yönetmen. Yaşamın tarafında olabilenlerden olmayı diliyorum.
Tuvalet temizliyor olsan da hayattan zevk almak senin elinde anafikirli film. Manzaralar, çalan şarkılar, abimizin kasetleri kitapları çok şık, estetik. Fakat bunların dışında çok durağan bir film. Tamam sanat filmi, izleyici hissetsin, kendini bulsun bunlar güzel şeyler ama en azından…devamıTuvalet temizliyor olsan da hayattan zevk almak senin elinde anafikirli film. Manzaralar, çalan şarkılar, abimizin kasetleri kitapları çok şık, estetik. Fakat bunların dışında çok durağan bir film. Tamam sanat filmi, izleyici hissetsin, kendini bulsun bunlar güzel şeyler ama en azından 2-3 tane altı dolu diyalog olmasını tercih ederdim filmde.
Herkesin bildiği o sahnenin olduğu filmi nihayet izledim. Doğrusunu söylemek gerekirse daha büyük beklentilerle izlemiştim. Filmin başları, meşhur sahne çok güzel. Boyacı Halil, çalıştığı evlerden birinde Meral’in fotoğrafını görüyor ve fotoğrafına aşık oluyor. Bir yıl boyunca her gün bu fotoğrafı…devamıHerkesin bildiği o sahnenin olduğu filmi nihayet izledim. Doğrusunu söylemek gerekirse daha büyük beklentilerle izlemiştim. Filmin başları, meşhur sahne çok güzel. Boyacı Halil, çalıştığı evlerden birinde Meral’in fotoğrafını görüyor ve fotoğrafına aşık oluyor. Bir yıl boyunca her gün bu fotoğrafı izlemeye geliyor ve kendi dünyasında Meral’i idealize ediyor. Daha sonrasında Meral’in de ona karşı hisleri olmasına rağmen sırf hayal kırıklığına uğramaktan ve kurduğu dünyasının yıkılmasından korktuğu için ilgisine karşılık vermiyor. Temelde mantıklı olan bu düşünce filmin ilerleyen zamanlarında artık mantıksız gelmeye başlıyor çünkü bir insan nasıl tüm günlerini bir fotoğrafa bakarak geçirir,üstelik fotoğrafın sahibi de onu seviyorken, bunu anlayamıyoruz.
Her şeye rağmen özellikle sinematografisi sebebiyle izlemesi çok zevkli. Herkes bu klasiği izlemeli diye düşünüyorum.
“Resmin sen değilsin ki. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.”
Film zaman yolculuğu yapılabilen bir evrende ajan olan Ethan Hawke’nin başrollüğünde; hükümetin ülkeye dadanmış bir bombacıyı bulma çabalarını anlatıyor. Filmin ilk 45 dakikası bana göre anlamsız uzatılmış. Filmi beklentiyle açıp bu dakikalarda pişmanlık duyuyorsunuz. Fakat sonrası gerçekten çok güzel ve…devamıFilm zaman yolculuğu yapılabilen bir evrende ajan olan Ethan Hawke’nin başrollüğünde; hükümetin ülkeye dadanmış bir bombacıyı bulma çabalarını anlatıyor.
Filmin ilk 45 dakikası bana göre anlamsız uzatılmış. Filmi beklentiyle açıp bu dakikalarda pişmanlık duyuyorsunuz. Fakat sonrası gerçekten çok güzel ve zekice kurgulanmış. Zaman yolculuğu temalı filmler genelde benzer noktalara parmak basıyorlar, bu film farklı bir boyut katarak bir tık daha yukarı taşımış. Bu yüzden izlemeye değer diye düşünüyorum.
Bir üçlemenin ilk filmiymiş, diğerlerini henüz izlemedim. Yorumum ona göre olacak. İstanbul’da yaşayan şair ve sahaf Yusuf karakteri, annesinin vefat haberi üzerine memleketi Tire’ye döner. Orada başından geçenleri izliyoruz. Temposu çok düşük filmin, doğru düzgün olay yok. Geçmişine bakışını görüyoruz…devamıBir üçlemenin ilk filmiymiş, diğerlerini henüz izlemedim. Yorumum ona göre olacak.
İstanbul’da yaşayan şair ve sahaf Yusuf karakteri, annesinin vefat haberi üzerine memleketi Tire’ye döner. Orada başından geçenleri izliyoruz.
Temposu çok düşük filmin, doğru düzgün olay yok. Geçmişine bakışını görüyoruz Yusuf’un. Yusuf’u Yusuf yapan yerleri görüyoruz belki. Bir şeyler anlatıyor evet ama film daha sürükleyici ve daha can alıcı olabilirmiş bence. Ben çok beğenmedim maalesef.
Spoiler içeriyor
“Neden anne...neden hiçbir şey beklendiği gibi olmadı? Neden? Neden insan çürüyüp gider sessizce, acı ve arzu arasında bölünerek? Neden? Söyle bana anne...İnsan neden bilmez nasıl seveceğini?” Sonsuzluk ve Bir Gün Filmimiz hasta bir Yunan yazarın hastaneye yatmadan önceki son gününü…devamı“Neden anne...neden hiçbir şey beklendiği gibi olmadı? Neden? Neden insan çürüyüp gider sessizce, acı ve arzu arasında bölünerek?
Neden? Söyle bana anne...İnsan neden bilmez nasıl seveceğini?”
Sonsuzluk ve Bir Gün
Filmimiz hasta bir Yunan yazarın hastaneye yatmadan önceki son gününü anlatıyor. Ben filmi çok beğendim. Müziğiyle, sahne geçişleriyle, oyunculuklarla her şeyiyle sizi içine alan bir film. Bir söz var diyor ki “Asıl üzüntüyü yaşın kadar yaşamadığını anladığında yaşarsın.” Yazarın son gününde yaşadığı her an, geçmişe dönüş ve bir nevi pişmanlık aslında. Eşiyle de çocuğuyla da sağlıklı ilişkiler kuramamış bir yazar. “Söyle anne insan neden bilmez nasıl seveceğini?” İçindeki bu pişmanlığı son gün tanıştığı bir göçmen çocukla dindirmek istiyor sanki. Ama biliyoruz ki son pişmanlık faydasız. Filmin başında şöyle bir replik var: “Büyükbabam zamanın kumsalda beştaş oynayan bir çocuk olduğunu söylerdi.” Biz bir şeyler için zamanı suçlarken aslında zaman her şeyden habersiz beştaş oynayan bir çocuk. Ömür bitip de dönüp geldiğimiz yola bakınca gördüğümüz veya göremediğimiz her şey bizim eserimiz. Bunu anladım ben.
Ayrıca film müziğine bir parantez açmak istiyorum. Harika bir eser. Dinleyince ağlama isteği uyandırıyor. Kelimelerin ağırlığına ihtiyaç duymadan anlatıyor. İzleyebilirsiniz, öneririm.
Kabuğuna çekilmiş, hiçbir şeye hevesi olmayan, günlük rutininin dışına çıkmadan ve hayattan zevk almadan yaşayan karakterimiz katıldığı bir seminer sonrası, her şeye evet diyeceğine dair ilginç bir anlaşma yapar. Bir nevi totem haline getirir ve sonrasında güzel olaylar yaşar. Konfor…devamıKabuğuna çekilmiş, hiçbir şeye hevesi olmayan, günlük rutininin dışına çıkmadan ve hayattan zevk almadan yaşayan karakterimiz katıldığı bir seminer sonrası, her şeye evet diyeceğine dair ilginç bir anlaşma yapar. Bir nevi totem haline getirir ve sonrasında güzel olaylar yaşar.
Konfor alanının dışına çıkmakla ilgili motive edici bir film. Çünkü birçok insan bazı dönemlerde karakterin filmin başında içinde bulunduğu durumu yaşayabiliyor. Hiçbir şey için çabalamadan güzelliklerin bizi bulmasını bekliyoruz, karşımıza fırsatlar çıksa bile bunları tepiyoruz. “Hiç evden çıkmadan hayatımın aşkının beni bulmasını bekliyorum.” gibisinden mizahı yapılıyor. Bu bakımdan konfor alanından çıkmadan önceki o korku evresini aşmak önemli diyebiliriz, zor olsa bile.
Konunun bir de öbür yönü var. Karakterimizin filmin ikinci yarısında istemediği şeylere de evet demek zorunda olduğu için yaşadığı durum. İlk etapta konfor alanımdan çıkacağım yeni şeylerle tanışacağım düşüncesi bir süre sonra tehlikeli bir hale gelebiliyor. Hayattan zevk alabilmek için çıktığımız bu yolda, kendimizi sürekli bir şeylere mecbur hissettiğimiz bir ruh haline bürünüyoruz. Bunun bir benzeri de modern dünya insanının kendini geliştirmek için çok okuması, çok izlemesi neticesinde gelişebiliyor. Bir zaman sonra film izlemek sanki zevk aldığın bir aktiveden ziyade ödev haline geliyor. Yani her şeyin altın ortası makbûl.
Hiçbir şey yapmadan mutlu olmayı beklemekten vazgeçip mutluluğu arayacağız ve gerçekten hoşumuza gidenlerle yolumuza devam edeceğiz. Benim filmden çıkardığım bu.