Buraya bir günce niyetine içimi açmak istedim bugün. Öncelikle bu laf kalabalığını dinleyeceklerden hem af diliyor, hem de teşekkürlerimi sunuyorum. Şu ân da fonda, Ahmet Ali Arslan'dan "İçimde Bir Dağ" parçası çalıyor. Bense bu parçanın kıyısında dingin dingin içime siniyorum.…devamıBuraya bir günce niyetine içimi açmak istedim bugün. Öncelikle bu laf kalabalığını dinleyeceklerden hem af diliyor, hem de teşekkürlerimi sunuyorum. Şu ân da fonda, Ahmet Ali Arslan'dan "İçimde Bir Dağ" parçası çalıyor. Bense bu parçanın kıyısında dingin dingin içime siniyorum. Aynı zamanda parça bana sarılıyor tabii :))
Dün gece yarısı kendimde çok ilginç bir şey fark ettim, neyi fark ettin derseniz; Benim içimde küçük bir kız olduğunu, bir Tuğçe olduğunu unuttuğumu fark ettim. İnsan bazen yaşayıp gidiyor; Gördüklerini göremiyor, uzansa belki dokunurum dediklerine dokunamıyor, duyduğunu sandığı sesleriyse işitemiyor olduğunu görünce kendisinde yaşayıp gidiyor olduğu farkındalığına kavuşuyor. Bunun adına da yaşamak diyorlar belli ki. İşte dün gece, ben ilk defa bende, içrek bir kızın "nasılsın" kelimesine muhtaç olduğunu anımsadım. Uzun zamandır, gereğinden fazla empati kurmuşum, uzun zamandır kendim haricinde kalan bir kimsenin nasıl olduğuyla ilgilenmişim. Ama ya kendim?.. Yollar uzadıkça uzamış oraya... Kendime sıkı sıkıya sarılabilmeyi dilerdim, mümkün olsaydı. Ruhen haricinde, bedenende sarılabiliyor olmaktan bahsediyorum. Böylesi ânlarda -belki çok saçma gelecek ama- yaptığım bir şey var; omzuma bir öpücük kondurmak. Bunu deneyin isterim, insana kendi fısıldayışını duyurmasına yardımcı oluyor, ben bunu her yaptığımda kendimi inanılmaz bir şekilde güvende hissediyorum. Bir buse bırakıp, o kızdan özür diledim. Kendisini kendisinden uzaklaştıran insanları hayatına aldığı, kendisiyle konuşmayı unuttuğu, ve savrulup gitmeye yol aldığı için. Hâlbuki insan kendi dünyasında savrulmalı, savrulmalı. Peki Şule Gürbüz'ün de dediği gibi silinip gitmeli mi? Bu da bir yerlerde zihnimi meşgul ediyor. Mesela Şule Gürbüz der ki: "İnsan bazen evini yakmalı, evini yakmalı ve çıkıp yaktığı eve bir bakmalı." Şule Gürbüz'ün bu sözüne itibar ediyorum. İnsan hakîkaten bazen o evi yakmalı ve hatta buna muhtaç olmalı. Benim o evi dün gece yakmam gerekiyordu ve bir cesaret yaktım kendi evimi. Yaktım, nihayetinde yeni bir ev inşa etmem gerekiyordu. Yeni bir ev inşa edebilmek adına, kırgın olduğum şu yaşamı seyir edeceğim, etmeye devam edeceğim. Kırgınım dedim, çünkü bu dünyayı kuşatan bir kalbin parçalarıyız biz insanlar, hepimiz. Her birimiz kırık birer parçalarız. Fakat... (Âh benim uzayan cümlelerim) Ben kendimi Tanrı tarafından lanetlenmiş hissediyorum. Özür dilerim kıymetli Rabbim, özür dilerim.. Dolayısıyla bazen sadece pencere kenarından seyir etmek, hayata karışmaktan daha güvenli olabiliyor, oluyor da. Ben o dinginliği sadece, tek ve sadece o pencere kenarında buluyorum. Sadece bunun için yaşamak mümkün olabilseydi keşke, içrek bir sesi orada işitebilmek. Şule(Gürbüz)'nin de dediği gibi(orada) "İyi, kötü anılara çarparak savrulup gitmek, ve silinmek." Yaşama bulaşmışken kötülükler görüyorum. Artık şaşırmam dediğim kötülükler görüyorum. İnsanlar öylesine kötüler ki, belki onlar da benim için bunu düşünüyor. Kim bilir... Ama idrak etmekte zorlandığım hususlar var; bir insan kendi kafasında oluşturduğu bir insanı, sırf onun çıkarlarına uymuyor diye onu eliyle itme çabası. İşte bunu idrak edemiyorum, tüm insanları çıkarları uğruna etrafında tutma gayreti ve kendisini koruyan o insana karşın haklılığını savunması. Haklılık neden kendimize yakıştırmayı en sevdiğimiz, en bir sevdiğimiz kavram?.. Bizler haklılığı "ben"de değil de, bazı zamanlarda "o"n'a yakıştırmayı da sevebilmeliyiz. Ne hoş olurdu değil mi?..
Lafı çok geveledim, kelimeler de benim onların bilmediğim anlamlarına savrulduğum gibi savruluyor şimdi. Anlayarak büyüdüğüm kızı dinliyorum, onun doğaya karışmak isteğini, incinmişliğini, köyüne dair özlemini, karpuz yemeye olan özlemini, -dedesinin uzatışı canlandı gözünde, elimi uzattım dağıldı- şiir okumakla hayatı kurtaracağına olan inancını. Hayal kurmaktan uzaklaşırken yakaladığım da sarıldım ona. Kötülükleri hatırlattım, iyiliklerin de savrulduğunu. Ama "Budandıkça fışkıracağını" da fısıldadım. İşte bunların hepsi birer yükken göğe savrulmayı hak etmeliler dedim ona. Bu aralar sabaha karşı uyuyorum, beynimin içi asla susmuyor. Bazen ona öylesine yalvarıyorum ki, susması adına. Ben uyutmayan onlar, o gürültü. Budanıyorum sanırım, geçecek geçecek canımıniçi Tuğçe, söz veriyorum. İşte o sesler arasından böyle sesleniyorum, küçük kızıma.
Bu aralar şiir yazmaya gayret ediyor, ve şiir okuyarak hayatı derinleştirmeye çalışıyorum. Şiir okumak bana daha başka bir dünya açtı. Severdim evvelden de fakat bu defa onu bir din belledim kendime. Yazdığım şiirleri eski yapraklı bir deftere geçiriyorum, geleceğime dair hazırladığım bir hediye bu. Burada da paylaşmak istiyorum tabi. Dünyanın en güzel kelimelerinden oluşan en bir mükemmel cümleler oluşturmadılar. -Yine bir fakat gelsiiin- Fakat... Ben onlara sarılmayı, o dağınık ve basit kelimeleri okuyarak tatlı bir tebessüm oluşturmayı çok seviyorum. Genç yaşımda böylesine bir mucizeyi hayatıma aldığıma şükrediyorum. İnsan hayatı derinleştirmeli, kasvet dolu olsa da... İşte böyle böyle zamansızlığa ve tanımsızlığa kuşanıyorum ben. Tekrardan teşekkür ederim. Şimdi kulağıma şu müzik çalınıyor, güncemi bitirirken ve şöyle söylüyor: "Uyan küçüğüm ve dinle gün doğuyor minörlerden" Bu mucize mi yaa? İnsana şefkat sunan kelimeler hangi diyardan göç ediyor?..
Müzikse şu sevgili dostlarım;
Peyk/Uyan(To Minore Tis Avgis)🎶