Uzun bir yolculuk oldu bu kitabı okumak. Eski bir vakit bir fuardan edinmiştim. İlk başladığım vakitler, özellikle baştaki terimleri anlamadan geçmek istemeyip araştırma eşliğinde okumaya başlamıştım. Böylece Roma tarihine merak salmama ve biraz kültürlenmeme vesile olmuş oldu. Yalnız sanırım bu…devamıUzun bir yolculuk oldu bu kitabı okumak. Eski bir vakit bir fuardan edinmiştim. İlk başladığım vakitler, özellikle baştaki terimleri anlamadan geçmek istemeyip araştırma eşliğinde okumaya başlamıştım. Böylece Roma tarihine merak salmama ve biraz kültürlenmeme vesile olmuş oldu. Yalnız sanırım bu adanmışlık beni yormuş olacak ki yarım bırakmıştım. Şimdilerde geri dönecek mental hale erişince bitirdim! Normalde kitapları böyle elimde süründürüp heyecanını yitirmek ve atmosferinden kopmaktan hoşlanmıyorum ama bu sefer bir pişmanlığım yok. Sindirmek gerekliydi bu metni. Yavaşça. Acele etmeden. Meşhur "Roma bir günde kurulmadı" sözü gibi. İnce ince ilmeklerini bir yandan birbirine bir yandan zihnime işlemiş oldum.
Ne diyor bu Aurelius? Efendim bu adam, hem Roma'nın imparatorlarından biri hem de bir filozoftur. (Okurken şimdiki siyaset ve yönetim anlayışının içimi ağlatması pek normaldir.) Sözü sanı Stoacılıktır. Stoacılar kimdir, ne derler? Bu anlayış; Zenon'un kurduğu, Epictetus, Seneca, Aurelius gibi filozoflarca da devam ettirilmiş bir felsefi anlayıştır. Özünde, kişinin Tanrısal bir usun bir parçası olduğunu söyleyip, kişinin her işini o usa uygun bir şekilde eyleyip doğal haliyle kabullenmesi ve ona göre yaşamasını öğütler. Bir sürü kelime söyledim de ne demek bu şimdi?
Anlayışa göre:
Hayatta var olan, başımıza gelen her şey usun yazgısına göre gerçekleşir. Her insan bilinci sayesinde usa uygun yaşama potansiyeliyle ve iyi olmak gücüyle doğar. Kişiden doğal olarak beklenen bu şekilde yaşamasıdır. Haz ve aşırılık ustan uzaklaştırır. Kişi her zaman olaylara bir mesafeyle yaklaşmalı, duygularını dengeli yaşamalı, müdahale edemeyeceği olaylara tarafsız yaklaşmalı, iyi (dürüst, yardımsever, merhametli, ... ) bir birey olmaya gayret etmeli, toplumdan kendini uzaklaştırmamalı ve üstün görmemeli, kötüden kötünün geleceğini bilip buna şaşırmaktansa doğal bir hadise olarak algılamalı, yaşamın şimdiden ibaret olduğunu unutmamalı, ölümü yalnız doğanın (tanrının, usun) verdiğini geri aldığı sıradan bir iş olarak görmeli, kendini usun öğütlediğinden uzaklaştıracak her türlü işten uzak tutmalıdır.
Stoacılık özünde öğütledikleriyle güzel gözükebilir. Lakin bana sorarsanız bu anlayış kör bir tanrıcılıktan ve kişiye duygularını yaşamak yerine baskılamak üzere öğütlerden ileriye gitmemektedir. Stoacılığı anlatıldığı kadar pür yaşamayı başarabilmiş çok az kişi vardır, belki bu kişiler aranan amaca ulaşmış ve ussa uygun ömürleriyle huzurlu bir ölüme ermişlerdir ancak gerçekçi olmak gerekirse Aurelius dahi başta bir imparator olarak stoacılığa ters düşmüştür. Kitapta erguvani giyinmeyi (Roma'da bu renk prestijli, zengin kimseler tarafından giyilip soyluluk göstergesiydi), şöhret ve saygınlık gibi dünyevi boş işler peşinde koşmayı aşağılamıştır, halbuki kendisi de lüks bir hayat içindedir. Elbette lüks tek başına Stoacılığa zıt düşmemektedir, kişi para içinde olup bu parayı kıymetsiz görebilir yahut bu lüksü iyilik için kullanabilir. Lakin benim bir zenginin ağzından çıkan maddiyat kıymetsizdir laflarına karnım tok. Bu kişiler için konuşması kolaydır ve hayatları boyunca sefillikle sınanmamışlardır. Bu zıtlık her zaman stoacılığı gözümde biraz ikiyüzlü göstermiştir, inandırıcılığından eksiltmiştir. Bahsettiğim kör tanrıcılıksa şöyle ki; Stoacılık Tanrı'nın varlığından emindir ve herkesin tüm hayatlarını bu tanrısal usun kendilerince doğanın emrettiğini söyledikleri halde yaşamasını diler. Sorguladıklarını söyleseler de, Aurelius'un Tanrı'nın olmadığı varsayımını içeren cümleleri gerçek bir karşıt tez oluşturmaya korkmuş ve "haşa!"dan öteye geçememiş haldedir.
Sözüm o ki, bu kitap beni Stoacılık anlayışına ikna etmekten çok, bu anlayışın kişinin kendine "moral high ground" (kişinin ahlaki açıdan kendini başkalarından üstün görmesi) sağlayarak hayatını vicdani bir tatmin içinde devam ettirmesi ve ölüm gibi kabullenmesi zor gerçeklerle başa çıkmanın bir yolunu bulması (temelinde tanrı olması tesadüf değil) gibi pratik olumlamalarla kişiyi mutlu edebilecek ve benim de başkalarına pek bir zararları olmadığından saygı duyacağım ama özündeki realizme rağmen toz pembelikten uzaklaşamamış bir ideal olduğuna ikna etti.
Madem öyle, okumayalım mı bu kitabı? Tersine, ben bu kitabı felsefeye ilgisi olan herkese gözüm kapalı önerebilirim. Bir fikre katılmamak o fikrin üzerine düşünceleri okumayı daha az değerli kılmıyor. Kitap beni ikna edemediği zamanlarda dahi aklıma kendime soracağım sorular takmayı ve kimi fikirleri yeryüzüne çıkarıp tekrar sorgulatmayı başardı. Kitap da Aurelius da, boş değil. Aslında olumlamalarına ihtiyaç duymasam da yaşamın şimdide yaşanması ve ölümün kabullenilmesi üstüne kısımların benim düşüncelerime yakın olduğunu ve okurken tatmin ettiğini söyleyebilirim. Örneğin nefes almanın, sindirim yapmak gibi alınan malzemenin bir ürüne dönüştürüldüğü bir metabolizmadan farkı olmayıp bir gün bu nefesini kaybetmenin de bundan ötesi olarak görülmemesi üstüne cümlesi, gözümün bu kadar önündeki bir analojiyi nasıl hiç fark edemedim diye sordurdu. Ben kitabı çokça anlattım. Okuyup kendi düşüncelerinizle çarpıştırmak ve harmanlayıp kitabı yeniden yaratmak işi de size düşüyor!
🔸"İnsan yaşlı da ölse genç de ölse ölünce aynı şeyi yitirir; şimdiki zaman insanın yoksun kalabileceği biricik şeydir, çünkü sahip olduğu biricik şeydir, hiç kimse sahip olmadığı şeyi yitiremez."
🔸"Gerçekten, zihinden başka hiçbir şey zihne özgü olan hiçbir şeyi engelleyemez; çünkü ne ateş, ne demir, ne zorba, ne kara çalma zihni hiçbir şekilde etkilemez. Bir kez "yalnızlık içinde yusyuvarlak bir küre" olduktan sonra, hep öyle kalır."
🔸"Çok geçmeden toprak üstümüzü örtecek, sonra toprak da bir başka şeye dönüşecek, sonra o başka şey de bir başka şeye dönüşecek, bu böyle sonsuza dek sürüp gidecek. Bu sonu gelmez değişim ve dönüşüm dalgalarını ve onların hızını düşünen kişi, ölümlü olan her şeyi küçümseyecektir."
🔸"Bu niteliklere, görünüşü kurtarmak için değil, (onları sana başkalarının vermesini beklemeksizin) gerçekten layık olmayı başarırsan yeni bir insan olursun, yeni bir yaşama başlarsın. Çünkü o zamana dek yaptığın gibi yaşamın acılarına, pisliklerine bulaşmayı sürdürmen, kaba ve aşağılık bir insan olmaktır; yabanıl hayvanlarca parçalanmış, yaralar ve kan pıhtıları içinde, salt aynı koşullarda aynı dişlerin ve pençelerin önüne atılmak için bir güncük daha yaşam dilenen gladyatörler gibi."
🔸"Yaşamda meydana gelen olayların bir tekine bile şaşan insan nasıl da gülünç ve bu dünyada nasıl da yabancıdır!"
🔸"Bu büyük kentin yurttaşı oldun; beş yıl ya da elli yıl, ne önemi var? Çünkü onun yasaları yurttaşlar arasında ayrım gözetmez. Öyleyse, seni şimdi bu kentten uzaklara gönderen bir zorba ya da adil olmayan bir yargıç değil, seni buraya getirmiş olan doğanın kendisi olduğuna göre, bunda olağanüstü bir şey var mı? Tıpkı, bir oyuncuyu, onu önce işe almış olan yöneticinin sahneden çıkarması gibi. "Ama yalnızca üç perdede oynadım rolümü, beş perdede değil." "Doğru. Ama yaşamda üç perde de bir oyuna eşit olabilir." Çünkü son sınırı belirleyen; bir zamanlar senin oluşumunu düzenlemekten, şimdi de çözülüp dağılmandan sorumlu olandır; sense, ne birinden, ne ötekinden sorumlusun. Öyleyse, dingince çık sahneden, çünkü gitmene izin veren de dingin."
🔹Ben YKY'den okudum kitabı, İş Bankası'ndan okumak da tercih edilebilir. Evet, kitabın yarısını yazdım buraya. Daha da eklemek istediğim çokça cümle vardı. Kitabı ya da yorumu okumak istemezseniz de alıntıları okursunuz belki, bir şey bırakmış olurum bu dünyaya.