Aldım ve şimdilik yarısına kadar okudum. Kitap, 1971'de ilgi odağı olmayı ve reklamı hiç sevmeyen Harvard profesörü John Rawls taratürkçedefından yazılmış. sadece arkadaşlar arasında tartışsın diye yazdığı kitap umulmadık bir ilgi gördü, otuza yakın dile çevrildi. Rawls kekeme imiş diyerek…devamıAldım ve şimdilik yarısına kadar okudum. Kitap, 1971'de ilgi odağı olmayı ve reklamı hiç sevmeyen Harvard profesörü John Rawls taratürkçedefından yazılmış. sadece arkadaşlar arasında tartışsın diye yazdığı kitap umulmadık bir ilgi gördü, otuza yakın dile çevrildi. Rawls kekeme imiş diyerek işin magazin boyutunu da ekleyelim.
Eser Platon'a bir cevap niteliği taşıyor. Platon üç sınıflı bir toplumsal model düşünmüştü ve 'herkese kendininki' temelli bir ahlak anlayışı tezi sunuyordu. Rawls, 'fairness (haktanırlık) olarak adalet' ilkesini bunun karşısına koydu. Rawls, Platon'un devletten yan aldığı tavrı; vatandaşının haklarına karşı devleti koruma zeminindeki yaklaşımı tersine çevirdi ve her bireyin haklı ve vazgeçilmez talepleri olduğunu söyledi.
Bütün toplumu, bütün yurttaşları da kapsayan bir fair play -dürüst ve adil tutum- ilkesine davet etti. Bu kitaplar ile Rawls 20. yüzyılın sosyal demokrasi filozofu oldu. Aydınlanmanın üçlü temel değeri olan özgürlük - eşitlik - kardeşlik ilkesine yeni, bir kuramsal çerçeve çizdi.
Kendisi de ayrıcalıklı bir sosyal ortamdan gelmesine rağmen - iyi okullar ve seçkin üniversitelerde mükemmel bir eğitim -adalet ve sosyal ayrıcalıkların dağılımı konusunda hassas oldu. 'Doğal' eşitsizlikleri kabul etmedi. ikinci düny savaşı deneyimi onda kalıcı izler bıraktı ve ilkelerini etkiledi. atom bombası deneyimini büyük bir yıp ve haksızlık olarak niteledi.
Rawls, ahlaki prensipleri de inceledi, içinde bulunduğu analitik düşünce geleneğinin çizgilerini aşmış görünüyor. J.Jentham ve J.S Mill gibi yararcı filozoflardan etkilendi, onların etik alanında kullandıkları yarar ilkesini toplumsal yararcılık anlamında kendisine yakın buldu, sonradan düşüncelerini geliştirdi. Sadece halkın refahı değildi sorun, bunun tabana yayılması da önemliydi. Gündelik yaşamdaki ahlaki normlardan yola çıktı. Hangi tutumlar topluma iyi gelir ve bunun ölçüsü nedir? Yıllar ilerledikçe saf yararcılık ilkesinden uzaklaştı. Kuralcı yararlığı noktasına vardı. Toplumsal sözleşme rasyonel kurallara dayalı olmalıydı ve üzerinde çok düşünülmeliydi. Onun esas sorusu şu oldu: bir toplumun adaleti nasıl tanımlanabilir? Genel refahın neye mal olduğu konusunda kuşkulara düştüğü anlaşılıyor. O halde yararcılığa sırt çevirmeliydi.
Bireyin hem refahını hem de haklarını dikkate alan bir adalet nasıl temellendirilmeliydi?
Kitapta bir toplumun temel değeri nedir diye sorar. Adalet temel bir unsurdur. Bu, sıradan sezgilerimizde bile bulunur. Adeta sağduyumuza işlenmiş bir şeydir bu.
Rawls'a göre adalet ödün vermemelidir. O yüzden felsefi tartışmada adil ile iyi arasında taraf tutacaktır. İyi adilden önce geliyordu bu tartışmada. Yararcılık ilkesine göre önemli olan ortaya çıkan sonuçtu. Yani bir problemde sırf iyi diye, ya da sırf iyi bir sonuç ortaya çıktı diye adaletin ilkesi çiğnenemezdi. Bu durumda Rawls, adaleti iyinin önüne koydu.
bu durumda sosyalizm ve yararcılık düşüncelerinin aksine bir Liberalizm temelinde düşünmeye yatkındır.
Sosyal adaletsizlikleri yok etmek amacıyla bile olsa adalet ilkelerinden taviz verilemez. Ancak Rawls, kendi liberalizmini bırakınız yapsınlar kapitalizmiyle aynı yerde durmadığını göstermek ister.
Adalet bir toplumda temel değerlerin dağılımıyla ilgilidir. kurumlar bu değerleri içerir ve dağıtır. Dört farklı düzlem adaleti çalışır kılar: adalet ilkeleri -anayasa- kanun külliyatı- ve yasaların uygulanışı
adalet toplumsal kontrata dayanır. Ama artık doğal durum aşılmıştır. Haliyle bu da aşılmalıdır. Toplum için temel prensipler oluşturulmalıdır. Yani devleti yeniden organize ederken bir sözleşme artık söz konusu değildir. O da aydınlanma düşünürleri gibi insanın rasyonel bir varlık olduğunu düşünür. Haliyle insan belirli bir amaca ulaşmak için akılcı çözümler ileri sürer. Toplum bu şekilde en iyi varacaktır. (Amaca uygun rasyonellik.)
Rawls, ilk konum diye bir kavramı dolaşıma sunar. Buna göre her birey toplumda ilk konumda olmalı ve eşit şartlara sahip olmalıdır. Sosyal bir topluluk içerisinde insan kendi çıkarını da gözetse de bunu diğerlerinin hilafına yapmayacağını bilmesi gerekir. İnsanların bilgisizlik perdesi arkasındadır. O halde toplumun hangi ucunda - başarılı mı, daha mı az başarılı - yer alacaklarını bilmezler. Güya yazar bununla kişisel çıkar ve toplumsal çıkar arasında bir köprü kurulacağını ileri sürer. Çünkü her an en aşağı düşebilirim, her zaman çıkışı da başarabilirim, o halde başkalarına dengeli davranmalıyım. Yazar herhalde toplumsal çatışmayı böyle analojik bir soyutlamayla anlatmaya çalışıyor. İlk konumu şöyle de açıklayabiliriz: kim olduğunu henüz bilmediğin bir toplumda doğmaktasın, durumun belirsiz, siyah mı beyaz mı, aptal mı zeki mi, zengin mi fakir mi... bu noktada hangi adalet ilkesini seçerdin? İşte en doğru ilkeler bunlar olurdu diyor yazar. Çünkü hangi sınıftan veya nasıl biri olacağından büsbütün habersizsin. Bilgisizlik perdesi arkasındasın. O halde seçeceğin şeyler herhalde en düşük seviyede bile olsan seni kurtaracak ilkeler olurdu bu.
Sonunda yazar, iki temel noktaya gelir:
1. Her kişi, herkes için mümkün olan en geniş kapsamlı eşit temel özgürlükler sistemi önünde eşit haklara sahip olmalıdır.
2. Sosyal ve ekonomik eşitsizlikler şöyle düzenlenmelidir:
- Artırım ilkesi kısıtlanarak en dezavantajlı durumda olanlara olabilecek en büyük avantaj sağlanmalıdır.
- Adil fırsat eşitliğine uygun olarak pozisyon ve mevkiler herkese açık olmalıdır.
Rawls birinci prensipte -artırım ilkesi- klasik liberalizme dayanır. İkincisinde de fark ilkesi söz konusudur. Sosyal devlet ilkesi. Çok zengin olabilirim veya çok aşağılara düşebilirim. Bunu mu istiyorum yoksa durumumun ne olursa olsun belli bir düzeyin altına düşmemesini ve ben zenginleşirken aşağıdakilere olan sorumlulukları unutmayı mı? Yazar ben ikincisini seçerim diyor. Aslında sosyal eşitlik talep etmez, yani bu anlamda ayakları yere basar, rasyoneldir. O, daha çok bir tür kardeşlik ruhuyla en aşağıdakilerin de toplumsal refahtan pay alacağı bir toplum kurgular.
Ancak yazar çatışmaları da unutmuş değildir. Sosyal adalet ekonomik verimlilikten önce gelir. Yani ekonomik iyileşme ezilen sınıfların sırtından sağlanacaksa yerer batsın gelişmeniz diyor Rawls. Önce özgürlük, sonra sosyal adalet ve ekonomik başarı. İşte üç esasa dayanan toplum. ABD'den ziyade İskandinavya nispeten bunları başarmış görünüyor.
“Peki toplumsal adalet ihlal edildiğinde ne olacak?” Sorusuna Rawls, lockevâri bir yaklaşım gösterir. Her türlü yasal hakkını kullan, bunlar tükendiyse sivil itaatsizlik yap, yurttaşın özgürlüğü devletin taleplerinden önce gelir...
Bütün bunların yanında kendini gerçekleştirmek için uğraşan bir birey, aynı zamanda adaletin hizmetinde ahlaki bir yaşamı da seçmiş demektir. Doğamızı gerçekleştirmek için tek imkanımız, adalet anlayışımızı bütün hedeflerimiz için ölçüt olarak korumaya alma planımızdır.
“Gerçekten, rasyonel seçimin bir ilkesi de ertelemedir. Eğer gelecekte biz birkaç şeyi yapmak istiyorsak, ancak bunların hangisi olduğundan emin değilsek, o taktirde her şey eşittir.”