Charles Dickens'ın yazmış olduğu 'İki Şehrin Hikayesi' kitabının yapılan ilk uyarlama filmi 1935 yılında çıkmıştır. İzlediğim en eski 2.film oldu. Gerek çok eski olması, gerekse siyah-beyaz olması, beklentimi bir hayli düşürdü. Ancak filmin başından sonuna kadar geçen süre boyunca yanıldığımı…devamıCharles Dickens'ın yazmış olduğu 'İki Şehrin Hikayesi' kitabının yapılan ilk uyarlama filmi 1935 yılında çıkmıştır. İzlediğim en eski 2.film oldu. Gerek çok eski olması, gerekse siyah-beyaz olması, beklentimi bir hayli düşürdü. Ancak filmin başından sonuna kadar geçen süre boyunca yanıldığımı anladım. Film, kitabın başında yazan o muhteşem paragrafla başlayıp, kitabın sonundaki o duygusal mektupla son buluyor. Kitaptaki olay sıralanışı ile aynı olay örgüsü vardı. Kitaba oldukça bağlı kalınmıştı. Kitabı okurken ki kafamda oluşan atmosfer filmdekiyle tıpatıp aynıydı. Özellikle Defarge'lerin barı ve üst katta ayakkabı yapan Dr.Manette'nin bulunduğu ortam kafamdakinin aynısıydı. O sahneyi benim istediğim atmosferde çeksek ancak bu kadar olurdu. İzlediğim hiçbir uyarlamada bu kadar benzerlik bulamamıştım ve bundan sonraki izleyeceğim uyarlamalarda da bulacağımı düşünmüyorum. Kitapta anlatılmayan eksik bırakılan bazı yerler bile filmde doldurulmuştu. Kafamdaki karakterlerin dış görünüşleri de çok benziyordu. Sadece Lorry'nin suratının daha tatlı ve sevecen bir görüntüsü olmasını beklerdim. Filmdeki mizacı hem biraz sertti hemde biraz asık suratlıydı. Lucie'yi oynayan oyuncu çok güzeldi. Charles'ı oynayan oyuncuda hem çok yakışıklıydı hem de kitaptaki gibi Sydney'e çok benziyordu. Bayan Pross hem aksi hem de komikti. Bayan Defarge ve İntikam ise kitaptaki gibi hiçbir merhamet duygusu taşımayan rollerini başarılı bir şekilde oynamışlardı.
Mahkemede, eskiden Dr.Manette'nin yazmış olduğu, Evremonde ailesinin aleyhinde bulunduğu mektubu Mrs.Defarge okurken tüylerim diken diken oldu. O mahkemede bende varmışım gibi hissettim. En can alıcı yerlerden birisiydi. Daha sonra Sydney Carton'un yazmış olduğu son mektubu bitirip Charles'ın cebine attığı sahnede gözlerim doldu. Az daha ağlıyordum. Oyunculuklar gayet başarılıydı. Çekimler o yıla oranla kusursuzdu. Eminim ki şu filmdeki kadro yaşıyor olsa ve bir film yapacak olsa bu zamanın imkanlarıyla çok güzel bir film ortaya koyarlardı. Kitapla güzellik derecesi aynıydı. Okuyup uyarlamasını izlediğim en güzel 2.filmdi. Hiç sıkmadan kendini izlettirdi. Bi yarım saat daha eklenip bazı eksik yerler de doldurulabilirdi belki. Kitabı seven herkesin izlemesini şiddetle tavsiye ediyorum. Yılına, siyah-beyaz oluşuna hiç bakmadan hemen açın izleyin. Film aynı zamanda hem 'En İyi Film Oscarı' hem de 'En İyi Film Kurgusu Oscarı' ödüllerini kazanmıştır.
PUANIM:👏8.0/10👏
Spoiler❗❗❗
Her uyarlama filmi gibi bu filmde de bazı eksik yerler vardı. Önemli eksik yerleri ve aklımda kalanları yazacağım.
Kitapta ilk Lucie Manette'ye aşkını itiraf etmeye hazırlanan kişi Stryver'dı. Ancak filmde hiç bu olay işlenmemişti.
Kitapta Charles ile Lucie'nin evleneceği sırada Charles'ın Dr.Manette'ye gerçek ismini söyledikten sonra Dr.Manette'nin aklının eskiden hapishanedeki hücresine gittiği kısım filmde yoktu. Sadece filmin sonlarına doğru Charles'ı kurtaramayacağını anladığı zaman Dr.Manette'nin aklı eskiden yaşadığı o zor günlere gitmişti.
Kitapta, Fransız İhtilali'nin başlarında Gabelle kendi isteği ile Charles'a mektup yazarken filmde Defarge'ların zorlamasıyla yazıyordu ve Charles'ı istemeden tuzağa düşürüyordu.
Kitapta Charles'ın ilk duruşmasında beraat edip daha sonra Bayan Defarge'ın mektubu mahkemeye delil olarak sunup tekrar Charles duruşmaya çağrılırken filmde ilk beraat kararının hemen ardından Bayan Defarge'ın itirazı gelip mektubu orada çıkarıp okuyor ve idam kararı veriliyordu.