Spoiler içeriyor
Son umut, orijinal adı 'Children Of Men' olup, aynı adlı kitaptan uyarlanmıştır. 2006 yılında gösterime giren, Alfonso Cuarón'un yönettiği film distopya türüne güzel bir örnektir.
Film 2027 de Londra'da geçmektedir. Karanlık, gri temalı bir film olduğunu anlarsınız ilk sahneden itibaren.…devamıSon umut, orijinal adı 'Children Of Men' olup, aynı adlı kitaptan uyarlanmıştır. 2006 yılında gösterime giren, Alfonso Cuarón'un yönettiği film distopya türüne güzel bir örnektir.
Film 2027 de Londra'da geçmektedir. Karanlık, gri temalı bir film olduğunu anlarsınız ilk sahneden itibaren.
18 yaşındaki dünyanın en genç insanının öldürülme haberiyle başlar film. 18 yıldır yeni bir bebek dünyaya gelmemiştir! Kısırlık tüm dünyanın problemidir ama bunun yanında insanların daha büyük problemleri vardır. Ülkede anarşi, terör ve kaos almış başını gitmektedir. Dünya üzerindeki bir çok devlet yok olmuştur, İngiltere hariç. Bu nedenle çok sayıda mülteci İngiltere’ye göçmüştür. Ülkede düzen, şiddet ve faşizan yollarla sağlanmaktadır. Askerler mültecilere şiddet uygulamakta hatta onları öldürmektedirler.
Senaryoya gelirsek önceden Aktivist olan Theo (Clive Owen), bu işleri bırakmış, normal bir yaşam sürmektedir. Eski eşi olan Julian (Julianne Moore) ise hala aktiftir, mevcut sisteme karşı eylemler düzenlemektedir. Julian Theo'dan bir göçmen olan Kee (Clare-Hope Ashitey)’nin liman şehri Bexhill'e götürülmek üzere izin kağıdı çıkarmada yardımını ister. Bir takım gelişmeler sonrası, Kee’nin hamile olduğu öğrenen Theo Kee’yi içinde bilmediğimiz bir proje bulunduran Tomorrow adındaki gemiye kendisi ulaştırmaya çalışır.
Kısaca konu bu ama film oyunculuk, teknik, görsellik, müzik vs her açıdan 'bence' etkileyiciydi. Çok teknik bilmem ama gerçekten sahne değiştirmeden tek seferde yapılan çekimler vardı. (Bunlar plan sekans denilen özel ve zor çekimlermiş. Bu hem yönetmenin hem de oyuncuların başarısını göstermekteymiş.)
Filmin atmosferinin karanlık ve gri olduğunu bir kez daha söylemeliyim. İzlerken hücrelerinize kadar karanlıkta boğuluyorsunuz, umutsuzluğu yaşıyorsunuz.
Çatışma sahneleri olsun, diğer sahneler olsun arka planda kadraja giren görüntüler de çok etkiliyor izleyiciyi. Mesela birkaç saniyeliğine yerde kucağında kanlar içinde genç bir adam olan ve feryat eden kadını da görüyorsunuz ya da otobüsün içindeyken dışardaki olaylara tanık olabiliyorsunuz.
En çok etkilendiğim sahnelerden biri, Kee’nin bebeğini doğurduktan sonra içi mültecilerle dolu harap bir binada merdivenlerden inerken, zamanın durduğu sahneydi. 18 yıl sonra o çatışma içerisinde bu mucize bebeği gören eli silahlı askerler ve yaralı mülteciler dahil, herkesin şok olmasına ve "o an" her şeyin durmasına yetti. Küçücük bebeğin ayacıkları dahil her noktasına odaklanan hayran gözlerin olduğu ve annenin bebeği muhteşem bir şekilde sarıp sarmalama sahnesi ile bu bebek sayesinde, çoğalmanın tamamen durduğu insan neslinin yeniden devam edebileceği düşünceleri arasında, tüylerimin diken diken olduğunu hissederek gittim geldim.
Filmde sayısını bilemediğim kadar çok gönderme vardı. Sanırım ben çok az yakaladım. Ama tekrar izeyecem. Yorumları okudukça anlatılan göndermeler için aaa evet ya öyleydi diyorum. 😊
Uçan domuz balonu Floyd’un Animals albümündeki kapak resminin birebir aynısı imiş, bana ise George Orwell’in Hayvan Çiftliğini çağrıştırdı; bunun yanında Picasso’nun duvar kağıdı olarak kullanılan resmi, Michelangelo’nun Davut heykeli de film içerisinde meraklıların gözüne çarpmış. Her sahne güzel, etkileyici, özeldi. Çok gerçekçiydi. Oyunculuk, atmosfer muhteşemdi. Muzikler çok güzeldi.
Son olarak yine her filmde olduğu gibi filmi çok seven yanısıra, hiç sevmeyen sinemasever arkadaşlarımın olduğunu gördüm. Ben ayrıntıları daha çok yakalayabilmek adına bir kez daha izleyeceğim.
Hiç sevmeyen arkadaşlarım da bir kez daha şans verebilirler bence...
Filmdeki bir replik ile bitirmek istiyorum yazımı;
"Hayatın kendine göre seçimleri varsa neden uğraşıyoruz?"
Keyifli seyirler dilerim.