İrade Terbiyesi - Jules Payot Herkese iyi günler. Sözde rafa ara verecektim ama böyle güzel bir kitabı okuduktan sonra dedim ki : sevgili raflılar da bundan haberdar olmalı. Özellikle aranızda sınava hazırlananlar, bir proje üzerine çalışması gerekirken bir türlü başlayamayanlar…devamıİrade Terbiyesi - Jules Payot
Herkese iyi günler. Sözde rafa ara verecektim ama böyle güzel bir kitabı okuduktan sonra dedim ki : sevgili raflılar da bundan haberdar olmalı. Özellikle aranızda sınava hazırlananlar, bir proje üzerine çalışması gerekirken bir türlü başlayamayanlar varsa... Bu kitap hepinize hitap ediyor.
Aslında kitap da o kadar çok alıntıladığım yer var ki, baya uzun bir yazı olabilir ama oldukça kısaltılmış şekilde yazacağım. (gerçekten en kısa haliyle nznnzn) Ayrıca okurken normal olararak Spoiler yemiş olacaksınız ama hani normal kitaplardaki gibi hevesinizin kaçacağı bir durum olacağını düşünmüyorum. Çünkü kitap zaten biraz ağır olduğu için aksine bu yazımı kitaba giriş olarak da ön söz gibi okuyabilirsiniz. Ama tabi "yok ben nefret ederim her türlü spoiler dan" diyorsanız, o zmn okuduktan sonra gelin.
Şimdi kitabın başında sevgili Payot diyor ki : hayatı şansa bırakmamanın üzerine bir test yapacağız.
Kitap boyunca da bize çalışmaktan, boş ve Tembellik le geçirilen bir hayatın nasıl acınası olduğundan, şehvete kapılarak zevk için yaşayanların nasıl bir sonunun olacağından, nasıl daha iyi bir hayat yaşayacağımızdan bahsediyor.
Daha doğrusu bahsetmekle kalmıyor, aynı zamanda sıkı bir şekilde delillendiriyor.
Genel olarak hep erkil bir toplumdan bahsederek kitabı yazmış. Bu da yaşadığı dönemden kaynaklanıyor galiba. O yüzden bir kız olarak kitabı okurken biraz daraldığım yerler oldu. Sadece kitabın sonuna doğru kadınlardan birkaç sözle bahsetmişti. Onda da zaten pek sevimli düşünceleri yoktu. Ama yani içindeki bilgiler herkesin uygulayacağı ve her kesime hitap edilecek şekilde yazılmış. O yüzden rahatlıkla okuyabilirsiniz.
İlk önce nasıl konu çalışılır ondan bahsediyor.
Açıkcası kitabı okumadan önce çoğumuz gibi benim de ders çalışmaktan, konu çalışmaktan anladığım, örnek veriyorum : şu kadar matematik çöz, şu kadar fizik çöz, şu kadar paragraf çöz, günlük 10 sayfa kitap oku... Gibi gibi çok küçük adımlardı ama Payot ise diyor ki, bu şekilde kısa kısa olan ve derine inmeden yaptığın konu çalışmaların sadece bilgi depolama görevini üstlenir. Yani yaratıcılığını ve ilham kaynaklarını öldürerek ezbere bir sistem yapmış olursun. Onun yerine bir konuyu derinlemesine öğren ve sürekli o konuyu aklına getir. Sen konuyu düşünmediğin zamanlarda bile konu beyninin içinde çalışıyor olacaktır. O yüzden üstün körü biraz biraz elde ettiğin bilgiler sana yaratıcılığı sunmaz.
Arkadaşlar bunu okuduktan sonra dedim ki, biz okul da tam tersine bu yanlış metodu öğreniyoruz. Her şeyden, her türlü bilgiden biraz biraz aldığımız, çok bilgimizin olduğu, sayfalarca soru çözdüğümüz ama bir şey üretemediğimiz bir sistem de eğitiliyoruz. Üstelik yapılan sınavlar da buna yönelik oluyor. Hani şu herkesin "abicim ezber bir eğitim sistemimiz var " diyerek söylediği klişe laf aslında tam olarak Payotun bahsettiği şey.
Öğrencinin kafasını bir depoya dönüştürmek ve onun hayata bir şeyler aktaramamasını sağlamak.
Mesela Newton yer çekimi yasasını bulmak için yıllar boyunca düşünmüştür ve sonunda sabrının ödülünü alarak yaratıcılığını ön plana çıkarmıştır.
O yüzden aslında Deha, Sonsuz sabırdan geliyor.
Yani aslında tefekkür dediğimiz şey de, bir nevi buradan geliyor : bilgiyi sadece depolamak değil, aynı zamanda onu yaratıcı bir enerjiyle patlatmaktır.
Her neyse, bu şekilde konu çalışmasının ve asıl üretken olmanın nasıl olduğunu anlatırken, konu irade terbiyesine geliyor. Bir kere baştan Payot diyor ki : Karakter, doğuştan gelen bir mizaç değildir. Belli bir eğitim ile geliştirilebilir, kötü yönleri düzeltilebilir ama bu eğitim işi de yine sabırla yıllar içinde oluşulabilen bir şeydir. Hemen dönüşmeyebilir .
Bazı insanlar da "ne zaman oluşacak be , ölünce mi düzelecek bu karakterimiz? " diyecek raddeye gelebilirsiniz ama elbet bir gün çalışmalarınız ve sabrınız meyvesini verecektir.
Aslında karakterinizde ve huylarınızda sevmediğiniz yönler varsa ve bunlar normal hayatta size çok engel oluyorsa, biraz absürt gelecek ama daha çok sevinmelisiniz, çünkü kötü olmasaydınız o gelişmenin ve ileriye doğru gitmenin zevkini nasıl tadacaktınız ki? Asıl yaşamak da budur bence. Sabrının ve çalışmanın sonunda aldığın meyveleri görebilmektir. Zaten var olan bir şeyin kıymeti ve değeri çok bilinmez çünkü.
Şimdi, irade teryesinin biraz karakteri ve yıllar içindeki alışkanlıklarınızı düzeltmek olduğunu anlayarak bir kenara koyarsak eğer, sıra Özgürlük kavramına geliyor. Hani şu güzelim ülkemiz de bile sürekli açılan bir konudur ya özgürlük. Herkes hakkında çok şey bildiğini ama asla özgür olamadığını söyler. Çoğunlukla" babam akşamları dışarı da dolaşmama izin vermiyor ama ben özgür olmak istiyorum ya " gibi üst düzey felsefik
özgürlük tanımları (!) ile karşılaşsanız bile biz yine de bu kavramı bir masaya yatıralım.
Payotun dediğine göre, özgürlük : kendine hükmetmektir. Yani düşüncelerimizdeki bağnaz, tembel ve hayvani eylemlerden kurtulup kendini gerçekleştirmektir. Çünkü sen kendine hükmedip, saplantılı şehvetinden ve hayvani güdülerinden kurtulduğunda aslında bu hayatta hangi rolü üstleneceğine de karar vermiş oluyorsun ve kendini tam anlamıyla Özgür bir insan olarak gerçekleştirmiş oluyorsun.. Çünkü saplantılı huylarından kurtulmuş oluyorsun.
Buyrun efenim. Asıl özgürlük budur. Ha içinizden "ben belki hayvani duygularımın peşinden gitmek istiyorum, tembel olmak istiyorum, kendimi gerçekleştirmek istemiyorum, ot gibi geldim ve ot gibi gitmek istiyorum "diyenler varsa ; o zmn lütfen "insanlar " için yazdığım bu yazıya veda ederek gidebilirsiniz. :''
Pekala aramızdaki kaynatasızları yazının bu kısmında elediğimize göre geriye kalan tayfa ile yolumuza devam ediyoruz.
Tabi şimdi çalışmaktan bahesedeceğiz ve onun bize bahşettiği yaşama sevincinden.. Ama şöyle ki çalışmanız kadar çalışmayı sevmeniz de gerekiyor. Tutkuyla bağlı olmanız gerekiyor ona. "Öyle annem istedi, babam kızmasın diye çalışayım" tipinden değil de gerçekten ortaya bir şeyler koymak için çalışıyorsanız, severek çalışmalısınız.
Tabi bu klişe bir sözdür ve genellikle üniversite sınavına girmiş öğrenciler tercih yaparken rehber öğretmenin akla getirdiği" sevdiğin işi yaparsan mutlu olursun ama hani tıp da da mutlu olabilirsin (!) " gibisinden öğrenciye verdiği motivasyonla, öğrenci de eğer tıp tuturamamışsa ; eli ayağı birbirine dolanır." Acaba hangi bölümü seçmeliyim, ya sevmezsem, ya bir ömür boyu sevmediğim iş de çalışmak zorunda kalırsam" türünden kasılmalar yaşar.
Ama Allah aşkına eğer gerçekten küçüklükten beri severek yaptığınız belirli bir şey yoksa bunu o kadar takmayın çünkü burada asıl mesele: yaptığın işi sevmek. İlla tutkuyla bağlı olduğun bir meslek olmak zorunda değil. Sen seçtiğin mesleği yaparken tutkuyla yapacaksın zaten. Merak etme farklı meslekler öcü değil, işkence falan çekmiceksin. Herkes doğuştan özel yetenekli olduğu bir meslekle doğmuyor. Aramızdan bazılarımız o kadar yetenekli sadece.
Senin görevin yaptığın işi severek ve hakkaniyetle yapmak. Tabi dediğim gibi eğer çok sevdiğin bir meslek yoksa ya da yeteneğinin olduğu bir alan..
Ama tabi burada sözüm yanlış da anlaşılmasın, fizik sevmiyorsan gidip de "önemli olan yaptığın mesleği sevmek ve hakkaniyetle yapmak, öcü değil ya. elbet bunu da yaparız " havalarına girme lütfen. Onu kast etmediğimi biliyorsun değil miii??
Burada aslında tüm bu çalışmayı sevmek üzerine yaptığımız edebiyatların temelinde bir işle ruhsal olarak birleşmek yatıyor. Bir mesleğe bütün hünerini adayarak, mesleğe kendinden bir şey katmak... O çok küçük gördüğün kendinin aslında neler becerebildiğini, içinde nasıl bir potansiyel olduğunu fark etmekten geçiyor.
Ama yok "ben sadece geçinmek istiyorum, hünerlerim bende kalsın. Başkalarıyla paylaşmaya gerek yok "diyorsanız çok da işinizi sevmenize gerek yok. Sadece alacağınız paraya bakın.
Velhasıl, işini sevmek gibi bir klişe konu üzerine bile fazlaca konuştuğumuza ve okuyucularımızın yarısnı da burada kaybettiğimize göre yine geriye kalanlar ile devam edebiliriz millet!
Duygu - düşünce mevzusuna gelelim. Şimdi mutlaka bir yerlerde, "düşüncelerimiz duygularımızı etkiler. Düşüncelerine sahip çık ki, duygularına dönüşmesin! " diye atarlı bir yazı okumuşsunuzdur. Nasıl ya okumadınız mı? En azından Hüsniye teyzenizin WhatsApp durumlarında bile göndermeli bir şekilde bunu görmüşsünüzdür.
Hah hatırladınız değil mi o durumu? İşte aslında bu atarlı durum, bir nevi doğru ama aslında öyle tahmin edildiği kadar düşüncelerimiz anında duygularımıza etki etmiyor. Çünkü doğada fizyolojik olarak bulunan bütün duygularımızın altta yatan sebepleri kontrolümüz dışında olduğu için, duygularımız üzerinde kontrolsüz olduğumuz gün gibi ortadadır.
Pekala, bu dediğimi pek anlamadınız mı? Örnek vereyim. Mesela gecenin bir vakti evde yalnızken aslında karanlık olan oda da kimsenin olmadığını bilirsiniz ama ona rağmen tek olduğunuz için korkarsınız ya da karanlıkta biri varmış hissine kapılabilirsiniz ama aslında orada kimsenin olmadığını ve büyük ihtimalle sizin hayal gücünüz olduğunu da düşünmenize rağmen korkmaktan kendinizi almazsınız.
Eee Hüsniye teyze, hani düşünceler duyguları etkilerdi? Şimdi ne yapacağız?
Dipnot : karakter sınırı aşıldığı için devamı bağımsız gönderi olarak hemen bir alttaki postta paylaşılmıştır.