Spoiler içeriyor
Sanat dünyasında ve özellikle resim ve edebiyat alanında çokça kullanılan bir kavram daha doğru tabirle bir akım var; sürrealizm. Real-gerçek demek. Sürrealizm olunca ise gerçeküstü oluyor. Yani gerçek olanın ötesi, üstü anlamında. Aslında kapsam ve mahiyeti itibara alınırsa gerçek dışı…devamıSanat dünyasında ve özellikle resim ve edebiyat alanında çokça kullanılan bir kavram daha doğru tabirle bir akım var; sürrealizm. Real-gerçek demek. Sürrealizm olunca ise gerçeküstü oluyor. Yani gerçek olanın ötesi, üstü anlamında. Aslında kapsam ve mahiyeti itibara alınırsa gerçek dışı demek. Zira gerçeğin dışında kalıyor ve gerçekliği ispatlanamayan anlamında kullanılıyor. Sadece dindarlarımız yahut spiritüel inançlılarımız için kavram biraz yumuşatılarak gerçeküstü olarak çevriliyor o kadar.
Aslında bu kavram pozitivist dünyanın, dünya görüşüne mahsuben oluşturulmuş. Bütün gerçekliği, duyu organlarına indirgeyen bir anlayışın tezahürü. Bu yüzden gerçeklik, duyu organlarına konu olan mevcut varlıklardan müteşekkil iken gerçeküstü/dışı duyu organlarımızın ve bilimselliğin dışı oluyor.
Oysa gerçeklik kavramı pozitivist dünya görüşü olana kadar tam tersiydi. Gerek Platoncu anlayışın temelini attığı felsefe, gerekse dini / spiritüel anlayışlar; gerçeklik olarak bugünkü anlamda kullanılan gerçekdışılığı kullanıyordu. Buna Platon ide, Aristo Form, Dinler hakikat alemi diyordu. Dolayısıyla mevcut olan yani duyu organlarımıza muhatap olan varlık, gerçekliğin sadece bir yansımasıydı.
Aristo’nun başını çektiği pozitivist gelenek bu anlayışı tam tersine çevirdi. Dolayısıyla modern dönem temelleri atılmış oldu. Ancak çok zaman geçmeden -her ne kadar ispat edilemese de- salt mevcut olanın gerçekliği, sosyal yaşama ve ruhsal gelişime yeterli olmadığı anlaşıldı. İnsan, bu anlayışla bütün ruhsal gelişimini terk etmeye başlamıştı. Bu yüzden sürrealizm, postmodernizm gibi akımlar doğdu. İnsanın bu ruhsal boşluğu bu akımlarla kapatılmak istendi. Ancak yapay olarak doğan bu akım da temeline yine “gerçek olan, mevcut olandır” anlayışı aldığından tam anlamıyla; ruhsal ve toplumsal gelişime çözüm sunulamadı.
Var olan, gerçek olan mıdır? İşte bu soruyu yeniden düşünmek zorundayız?
...
İşte The Green Mılle yani Yeşil yol, bu mevzuda sürrealist akıma dahil edilen bir film. Ancak verdiği mesaj ve rumuzlarının temsilleriyle bence hatalı bir dahil ediliş bu. Zira bu filmin teması, önermesi; pozitivist dünyanı öncesine ait.
Evvela bu film de tıpki Dostoyevski’nin suç ve cezası gibi kötülük problemini konu alıyor. Ve “olağanüstü güçlerle var olan İsa ne yapabilirdi ki? diyor.
Ne mi demek istiyorum. Buyurun çözümlemeye beraber başlayalım. (Bundan sonrası spoiler içerir.)
Siyahi dev adam. Gerçekte kimi temsil ediyor, bilmiyorum. Ama bana göre Hz İsa’yı temsil ediyor. Zira İsa da, evvela, bekareti, Meryem’in bekaretini öldürmek suçundan mahkum edilmişti. Oysa o bekaretin katli, bütün masumiyetler ve doğallıklar adına savaşmak için gerçekleşmişti. Bu yüzden bütünün (Tanrı’nın) oğluydu Hz İsa. Ve sanırım filmde de bu yüzden siyahi ve kocaman olarak resmedilmiş. Zira Tanrı, bir hiçlik, bir yokluktur Hristiyan Teolojisinde. Onu ancak İsa’nın bedeninden tanıyabiliriz.
Cofy’nin Hapishane şefinin, üreme organını düzeltmesi onun suçlandığı bu bekaret suçunun aslında bir suç olmadığını imliyor olsa gerek. Sonra da masum bir fareyi diriltmesi. Ölüleri diriltmek mucizesi, seçkinlere mahsus bir meziyettir diyor film.
Jhon cofy ama yazılışı farklı. Bu cümleyi sürekli duyuyoruz. İsa, ama aslında tanrı. Yani yazılışı isa ama okunuşu Tanrı.
Karakterin siyahi olmasının bir diğer sebebi de onca hastalığı içine çekmesinden olsa gerek. ve kötülüklerle uğraşmaktan yorulup kendi rızası ile çarmıha gitmesi. Zira çarmıh, hem diğer insanların kötülüklerinin bedeli hem de bir kurtuluş. Aslında yok olurken bir varoluş hediyesi. Şef’in uzun bir yaşama sahip olması da bunu işaret ediyor.
Filmin bir sahnesinde Cofy’ şöyle söylüyor: “Doğrusunu istersen patron, bilmiyorum. Hiçbir zamanda bilemedim(!)” Bu söyleyiş bize yine hristiyan teolojisinden Hz İsa’nın (Tanrının) arazları/çüzleri bilmemesine bu yüzden de özgür iradenin var olduğuna dair bir gönderme. Zira sıfatlarla bürünen, sonsuzluğunu kaybeder. Çünkü sıfatlar birbirini sınırlar. Hz İsa’nın da bir kelam sıfatı olarak geldiği düşünülürse mesaj biraz daha sarih oluyor.
...
“Tanrı bana mucizelerimden birini neden öldürdüğünü soracak. Ben o zaman ne diyeceğim?”
Yine Şef’in şu söylemi çok önemli. Zira burada Hz İsa’yı çarmıha geren Roma Vali’sinin yahudilere son sitemi söz konusu. Suç benim değil diyor aleni olarak. Buradan ve Cofy’nin kendisine yaşam vermesinden de Şef’in Aziz Pavlus’u temsil ettiğini düşünüyorum. Zira o da bir roma valisiydi. Yani İsa’yı dolaylı olarak çarmıha gerdi. Ama suç ona ait değildi, yahudilere aitti. Bu yüzden bir vizyonla hidayete erip havari oldu. İşte şef de bu şekilde hidayete eriyor.
Gelelim filmin genel mesajına. Bence gerek Hz İsa’nın hayatı gerekse film şöyle bir mesaj veriyor:
İnsanlar, aslında yanlış yaparken de gerçeği bal gibi biliyorlar. Ancak gerçek işlerine gelmediğinden bilmiyormuş gibi davranıyorlar. Yanlış yapıp “doğrusunu bize öğret” diye dua etmek onların işlerine geliyor. Çünkü böylece masumlaşıyorlar, yani günahsızlaşıyorlar.
Bu yüzden bir gün biri onlara aslına gerçeği bildiklerini ve buna rağmen yanlış yaptıklarını söylediklerinde ise onu öldürmek zorunda kalıyorlar. Çünkü bu, onların masumiyetlerini öldürüyor. Aslında gerçeği görmek, gerçekle görüşmek istemediklerini ortaya koyuyor. İşte bütün peygamberler bu yüzden öldürülüyor. Ve ardından da yine masumlaşmak için onlara tapılıyor...
(bu kısmı Martı Janathan Levignston kitabı muazzam betimler, tavsiye ederim; bir çocuk kitabı değildir.)
Ve filmin son sözü. Cofy’den yani Hz İsa’dan
“Yüzüme bu maskeyi geçirmesinler. Beni karanlıkta bırakmayın. Ben karanlıktan çok korkarım...”
“Mesajımı karanlıkta bırakmayın, beni anlayın” diye bağırıyor. Ve adeta mevlanayı hatırlatır gibi ölüm “Çok mutluyum, artık kurtuluyorum. Cennete gidiyorum...” ile tanımlanarak film bitiyor...
Filmdeki önemli mesaj içeren cümleler:
“Jhon coffyi (hz İsa’yı Tanrıyı) kimse suçlayamaz. O kötülükleri engelleyemezdi. O sadece doğanın bir gücüydü.”
“Benim cezam jhon coffy’nin (Hz İsa’nın/ Tanrı’nın) ölümüne izin vermekti. Tanrının mucizesini öldürdüğüm için yaşamak cezam oldu. Bunun kefaretini ödüyorum.” Şef (Aziz Pavlus)
“Ölüm beni bulmuş olmadan çok önce ölmüş olmayı dileyeceğim.” Şef (Aziz Pavlus’un mektuplarındaki felsefe, kibrin öldürülmesi)
“Bir farenin bile bu kadar uzun yaşamasını sağlamışsa benim daha ne kadar ömrüm var? Bazen yeşil yol çok uzun görünüyor.” Şef/Aziz Pavlus