Dostoyevski'nin, 1868 yılında yazdığı romanda, sara hastası bir genç olan Prens Mışkin'in, tedavi için gittiği İsviçre'den yurduna dönüp akrabalarını bulması, aşık olması ve yüksek tabakanın da içine girmesiyle birlikte etrafında gelişen olaylar anlatılmaktadır. Saf, masum, dürüst, açık sözlü ve iyi…devamıDostoyevski'nin, 1868 yılında yazdığı romanda, sara hastası bir genç olan Prens Mışkin'in, tedavi için gittiği İsviçre'den yurduna dönüp akrabalarını bulması, aşık olması ve yüksek tabakanın da içine girmesiyle birlikte etrafında gelişen olaylar anlatılmaktadır. Saf, masum, dürüst, açık sözlü ve iyi niyetli olan Prens Mışkin, aynı zamanda zekidir de ancak onun diğer özellikleri çevresindekiler tarafından "Budala" olarak yorumlanır. Etrafındaki insanlar, onu her zaman yadırgarlar ama yine de onsuz yapamazlar.
Yazarın, sara hastası Prens Mışkin'i merkeze alarak yarattığı dünyada; dürüst ve açık sözlü bir insan olmanın ne denli zor olduğu, bu özelliklerle yaşadığı toplumda ne gibi zorluklarla karşılaştığı ve iki yüzlü bir sistem üzerine kurulu düzende, dürüst bir insanın diğer insanların gözünde nasıl "Budala" olarak görüldüğü gözler önüne serilmektedir.
Kendisi de sara hastası olan Dostoyevski, romanına ve kahramanına kendi kişiliğinden ve anılarından da pek çok şey yansıtmıştır. Onun hayatını bilmeyenler, romanlarının satır aralarında değindiği ya da bir kahramanının ağzından dile getirdiği sürgün anılarını, idam cezasını, yaşadığı acılarını, hastalığını, çetrefilli aşk hayatını, hayal kırıklığını, heyecanını, üzüntüsünü, sevincini, özlemini, mücadelesini kısacası hayatında derin izler bırakan anların ve olayların gerçekliğini okurken anlayamazlar. Yazar hayatındaki o önemli ve bazen küçük bazen büyük anları, hikayeye öyle bir ustalıkla yedirmiştir ki gerçek mi kurgu mu ayırdına varamaz okuyucu.
Herkes tarafından bilinen hastalığını ve onunla ilgili düşüncelerini Prens Mışkin üzerinden dile getiren yazar, kendi idam sürecini ve o anda hissettiği duygularını da Prens'in anıları olarak okuyucuya sunmuştur. Ve yine Rogojin'in evinde Nastasya Filippovna için aralarında geçen konuşma sahnesi (Dostoyevski'nin Sibirya'da sürgündeyden aşık olduğu kadının, sevgilisi olan Vergunov'la kendisi arasında geçen konuşmanın aynısıdır.) ile Rogojin'in evinde bulunan ve her görenin önünde bir süre donup kaldığı "Ölü İsa" tablosunun öyküsü de (eşi Anna Grigoryevna'nın anılarından) romanda yerini almıştır.
Baş karakter her ne kadar Prens Mışkin olsa da kitapta onun kadar güçlü ve güzel kurgulanmış yan karakterler de bulunmakta ve bazılarının hikayelerine daha detaylı değinilmektedir. Karakterlerin psikolojik tahlillerini iyi analiz etmesi, davranış nedenlerini en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp yazması, her karakterine özen göstermesi Dostoyevski'nin beni en etkileyen özelliklerinden biridir açıkçası.
Gelelim Dostoyevski'nin en unutulmaz kadın kahramanı olarak kabul edilen Nastasya Filippovna'ya. Yazarın, Prens Mişkin'in kişiliğinde vermek istediği güçlü aşkın yöneldiği kişilerden biridir Nastasya Filippovna. Güzelliğin, baştan çıkarıcılığın, özgüvenin, gururun, başına buyrukluğun, cesaretin ve hafifmeşrepliğin simgesidir. Filippovna bütün bu yönlerinin bilincinde olan ve zaman zaman hırçınlıkla kendini dışa vuran gizli bir utancı taşıyan bir karakter olarak Dostoyevski'nin diğer kadın karakterlerinden hemen ayrılır.
Romanın bir diğer ilginç kadın kahramanı da kibirli, soğuk, zeki ve genç Aglaya İvanovna'dır. Yazarın, Kumarbaz kitabının ana temasını oluşturan Polin Suslova ile yaşadığı çetrefilli aşk hayatının kahramanı Budala'da karşımıza Aglaya İvanovna olarak çıkmaktadır. Kitabı okuduktan sonra adını unutamayacağınız diğer bir karakter de İppolit Terentyev'dir ki yazdığı mektupla adeta Suç ve Ceza'ya selam çakmaktadır. 2 aylık ömrü kalmış bir insanın gözünden hayata ve insanların hırslarına dair güzel çözümlemeler yapmaktadır. Romandaki her bir karakter öyle bir titizlikle işlenmiştir ki aslında herbirinden ayrı bir roman çıkar desem sanırım yanılmış olmam çünkü yan karakterler de o derece güçlü ve o derece baskındırlar.
Roman her ne kadar bir aşk hikayesi olarak anılsa da aslında yazar romanda aynı zamanda hiyerarşik bir düzeni de yansıtmış, Rusya'yı üst, orta ve alt tabaka olarak üç gruba ayırmış ve bunları da yarattığı karakterlerle okuyucuya sunmuştur. Bunun yanısıra kitabın ilerleyen bölümlerinde toplum hakkındaki düşüncelerine ve eleştirilerine de yer vermiştir. Zamanının özelliklerini ve o döneme hakim olan düşünce akımlarınının da yansıtıldığı eserde, Dostoyevki birbirinden farklı özelliklere sahip karakterler seçerek birçok ayrı görüş ve düşünceyi de kitabında toplamayı başarmıştır.
Başta güzel bir tempoyla başlayan eser sonrasında bir karmaşa halini alıyor. Doğal olarak bu da hem okuyucuyu biraz yoruyor hem de akıcılık ve anlatıma zarar veriyor. Nitekim Tolstoy kitabın başını beğense de devamını "korkunç bir karmaşa" olarak tanımlıyor. Bunu fark etmiş olacak ki Dostoyevski "İfade etmek istediklerinin yüzde birini bile ifade edemediğini" söylüyor.
Gerek psikoloji, gerek sosyoloji gerekse felsefi izler taşıyan, kimi yerde insanı sorgulayan kimi yerde ise insanı sorgulatan bu güzel eseri mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Dostoyevski'nin külliyatını kronolojik okumayı düşünenler için de küçük bir not bırakmak istiyorum mutlaka biyografiyle birlikte eş zamanlı olarak okuyun. O zaman Dostoyevski'yi ve anlatmak istediklerini daha iyi ve kolay anlayacaksınız. Kitapla kalın...
Notum : 9/10