Yahudi bir yüzbaşı olan Alfred Dreyfus'un Fransa'ya karşı, İtalyanlar ve Almanlar adına casusluk yapıp yapmadığına dair dava sürecini içerir. Tarafların, dava konusu suçlamalar ve savunmalar ile ilgilenmemeye doğru evrilen bir süreçtir ayrıca. Taraflar ordu, kilise ve yüksek burjuvaziyi temsil eden…devamıYahudi bir yüzbaşı olan Alfred Dreyfus'un Fransa'ya karşı, İtalyanlar ve Almanlar adına casusluk yapıp yapmadığına dair dava sürecini içerir. Tarafların, dava konusu suçlamalar ve savunmalar ile ilgilenmemeye doğru evrilen bir süreçtir ayrıca. Taraflar ordu, kilise ve yüksek burjuvaziyi temsil eden ''Eski Fransa'' ile çatışan ''Yeni Fransa'' idi.
Başlangıcın farklı bir özetini yapayım:
Eylül 1894'te Paris'teki Alman askeri ataşesine gönderilmek üzere bir mektup bulunur. Bordereau adı verilen mektup Fransız ordusuna ilişkin askeri bilgileri içermektedir. El yazısının Dreyfus'a ait olduğu iddia edilir; Yüzbaşı Dreyfus tutuklanır. Belirtilene göre bir diğer delil de, Alman askeri ataşesinin, İtalyan meslektaşına baş harfi ''D'' olan bir ajandan bahsettiği bir mektuptur. 1894 aralık ayında gizli bir askeri mahkeme karşısına çıkarılır. Suçlu bulunur. Madalyaları sökülüp, kılıcı kırılarak şeytan adasına, ömür boyu cezalandırılarak gönderilir.
Mart 1896 tarihinde Fransız Askeri İstihbaratı’nın yeni komutanı Albay Picquart; Alman ateşesinin çöp kutusundan, Fransız gizli ajanı olan temizlikçi kadın tarafından çalınan bazı evrakları ele geçirir. Evraklar arasında el yazısı telgraflar vardır. Albay Esterhazy adında başka bir Fransız subaya yazılmıştır. Picquart, Esterhazy'nin ajan olmasından şüphelenir. Soruşturma ilerler ve Picquart Esterhazy'nin ajan olduğuna, Dreyfus'un ise haksız yere hapse atıldığına karar verir.
Özetin kaynağı: Sennett
İki yıl sonra 13 ocak tarihli L’aurore gazetesi, ünlü yazar Emile Zola’nın ilk sayfayı kaplayan makalesi ile yayımlandı. “J’accuse! / İtham Ediyorum!” başlıklı makale yüzbaşının masumiyetini savunuyor, genelkurmayı ve yargıçları suçluyor ve yeniden yargılama istiyordu. Böylelikle Dreyfus’ü tutan ürkek kalabalığın vicdanını Zola seslendirmişti. Kendisine, yakın gelecekteki Fransa’yı yönetecek Clemanceau, Jures gibi politikacılar da destek oldu. Zola bir sosyalist miydi? evet. Daha doğrusu laikti, edebiyattaki rolünü, ünlü Marksist Plehanov “natüralist materyalizm” diye betimleyip adamakıllı tenkit eder. Ordu onu mahkemeye verince, Zola mahkum edildi, temyiz safhasından önce de İngiltere’ye sığındı. Sokak birbirine girmişti. Aileler bile bölünmüş, kardeşler birbirine düşman olmuştu. Din ve laiklik, kozmopolitizm ve aşırı milliyetçilik, Fransız İhtilali’nin getirdiği kardeşlik ilkeleriyle ortaçağdan kalma yahudi düşmanlığı birbirine girmişti. Fransa’nın bu halini seyreden Avusturyalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl kararını verdi; kendisinin de savunduğu laik, dini önyargılardan kurtulmuş bir toplum pek gerçekleşemeyecekti. Hele Yahudiler için bu söz konusu olamazdı. Çözüm bir Yahudi Devleti’nin kurulmasındaydı. “Juden Staat / Yahudi Devleti” tezini çok geçmeden bastırdı. Avrupa’nın kibar ve okumuş Yahudi çevrelerinde taraftar bulamadıysa da Doğu Avrupa Yahudiliği kendisini alkışladı. Fransa’da Dreyfus olayı ve güçlenen Antisemitizm Modern Siyonizmi yaratmıştı. Siyonizmin yayılma hızı Antisemitizmin yayılmasıyla atbaşı gitti. Çarlık Rusya polisi “Zion Protokolü” denen sözde siyonist ilkeleri içeren çakma bir kitabı da ortaya attı. Olayların neticesinde sağ cenah geriledi ama Dreyfus’ün cezası sadece hafifletildi. Zola dönmüştü. 1902’de oturduğu apartmanda, duman zehirlenmesi sebebiyle öldü. Taraftarları evin bacasını tıkayanların Yahudi düşmanı muhafazakarlar olduğunu iddia etmişti. Sonra asıl casusun Estherhaz olduğu kendi itirafıyla da sabit oldu.
Dreyfus affedilip itibarı iade edilse de onu suçlayanlar ve suçlamayanların kavgası devam etti. Fransız ordusu bütün Kıta Avrupa’sı ordularına kendi Dreyfus düşmanlığını da yaymıştı. Bu sadece o zamanla sınırlı değildi, 20’nci yüzyılın ikinci yarısında, Yunanistan’daki ünlü Sosyalist lider Lambrakis’e suikast tertipleyen askerlerin bazıları dahi Dreyfus’ün suçlu olduğunu söylemişti. Yerli yersiz suçlamalarla komutanlarımızı kendi kafalarındaki kalıplara yerleştirenlere belirtmek gerekir; Türkiye’de ordu, ne imparatorluk ne de cumhuriyet devrinde Dreyfus tipi bir skandal ve eylemle tanışmıştır. (bkz: Ergenekon Davası ve Dreyfus Davası’nın karşılaştırılması)
*
Şimdi tekrar Theodor Herzl’e dönelim. Herzl bir Yahudi devleti kurulması yönünde çalışmalar yapmaya başladı. Sonuçta yalnızca Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasıyla Yahudilerin kurtuluşunun sağlanabileceğine kanaat getirdi. Herzl, bu konuda fikirlerini anlattığı ‘Der Judenstaat’ (Yahudi Devleti) isimli kitabını almanca olarak 1896 yılında yayınladıve bu amaçla yoğun temaslar ve Siyonizm kongreleri gerçekleştirdi.
Dreyfus’un davasını izleyen Herzl, yavaş yavaş kendini onunla özdeşleştirmeye ve onda asimile olmuş yabancı kabul edilerek dışlanmış ve kökenlerinden ötürü zulme uğramış Yahudi sembolünü görmeye başlayacaktı. Yüzbaşı tutuklandığı sırada, Fransızların hemen hepsi gibi Herzl de, Dreyfus’un suçlu olduğuna inanmıştı, bu iğrenç casusluk olayının ifade ettikleri üzerinde uzun boylu düşünmemişti ve hâlâ Antisemitizmi kökten yok etmeye yönelik bir çözüm aramaktaydı. Daha sonra tavrı değişmeye başlayan Herzl, dava esnasında dreyfus’un bir portresini çizecek ve salondaki kalabalığın rütbelerin sökülmesi sırasındaki düşmanca tarzını vurgulayacaktı. Herzl, Dreyfus olayında kişisel bir dramdan öte, Yahudi halkını yok oluşa götüren asimilasyon ideolojilerinin çöküşünü temsil eden Antisemitizmin yükselişini görmektedir. Yüzbaşının rütbeleri sökülürken mahkeme salonundaki kalabalık, “yahudilere ölüm!” diye bağırmaktaydı. Nerede? Fransa’da, hem de İnsan Hakları Bildirisi’nden tam yüz yıl sonra. Fransızlar bu hakların Yahudiler’e uygulanmasını istemiyorlardı. Herzl’e göre asimilasyon gerçekleşemezdi. Çünkü Antisemitler, Yahudilerin asimile olmasına izin vermeyecek ve onları asla rahat bırakmayacaklardı. Yahudi farklılığı silinememektedir. Çünkü bu şekilde dış düşmanlar, Yahudilerin bir bakıma böylece birlik halinde olmalarını da sağlamaktadır. Bir hareketi yok edemezseniz başka bir hareketi geliştirmek zorundasınız. Bu durumda Herzl, gelecekteki yahudi yurdunu kurmak için proleterleşmiş aydınlardan başlayarak temaslara başladı. Ona göre Siyonizm, Yahudi sorununun çoktandır aranan çözümüydü.
İsrail'in kuruluşundan 44 yıl önce 3 temmuz 1904'te yaşamını yitirmesine rağmen İsrail devletinin kurucu babası olan Herzl'i bu konuda harekete geçiren en önemli olay tarihçiler tarafından Alfred Dreyfus Olayı olduğu söylenir.
Özetin özeti, bu olay yargı organının hiçbir güç tarafından etkilenmemesi gerektiğini kanıtlayan olaydır. Yargıçlar, kendi ideolojileri dahil olmak üzere basın, siyaset veya askeriye bilumum hiçbirinden etkilenmemekle yükümlüdürler. İzleyecekleri tek yol hukukun onlara gösterdiği yasalar olmalıdır. Olayları önyargısız ve şüpheli bir şekilde incelemelidirler. Dreyfus Olayı’nın içimde uyandırdığı bazı önemli hisler bunlar.
Eski yargıtay birinci başkanı Sami Selçuk'un bu olaydan detaylarıyla bahsettiği bir kitabı var. Kaynak olarak okunabilecek, kısa süren bir kitap.