Kanla sulanmış uzun ve kıvrımlı bir yolumuz ve kendinden nefret etmeye bile zahmet etmeyecek kadar kötü 2 karakterimiz var. Başlarda ham maddeleri ortak olan bu karakterlerin yolları bir otel odasında tamamen ayrılır ve bambaşka sonları olur. Bu son ise bizi…devamıKanla sulanmış uzun ve kıvrımlı bir yolumuz ve kendinden nefret etmeye bile zahmet etmeyecek kadar kötü 2 karakterimiz var. Başlarda ham maddeleri ortak olan bu karakterlerin yolları bir otel odasında tamamen ayrılır ve bambaşka sonları olur. Bu son ise bizi "Sahiden benliğimizi değiştirmek bu kadar mümkün mü?" diye düşündürecek türden.
İlk bölümde Kinyas ve Kayranın; dostluk olarak adlandırmak için sevgiye, nefret demek için de çıkar ayrışmasına ihtiyaç duyacağımız beraberliği anlatılmış. Bu bölüm olay örgüsü olarak değil de betimleme açısından çok yoğundu ve bu bende biraz okuma seyrini yavaşlattı. İkinci bölümde ise Kayranın "hiçliğe" giden yolculuğu anlatılmıştı. Anitanın ona olan sevgisinin bir şeyleri düzelteceğine inanmak istedim ama bu kitabın bir aşk romanı olmadığı gerçeği yüzüme çarptı. Kayranın zihninde dolandığım satırlarda büyük bir karanlığa sürüklensem de 3. bölümde Kinyasın çabaları sonucu ulaştığı "her şey" ufak da olsa bir umut ışığı yakmama sebep oldu. Ama doğrusunu söylemek gerekirse kinyasın ulaştığı son onun üzerinde eğreti durdu. Zaten romanda da toz pembe bir değişimden bahsetmiyor ama kötülükle bütünleşmiş birinin bu radikal değişimi biraz samimiyetsiz geldi. Sanki son bölümü hakan günday değil de başkası yazmış hissi uyandırdı bende.
Güzel bir hikayesi olmasına rağmen kitapta beni çeken karakterlerin yaşadıklarından çok zihinlerinin beslediği ve dolaplarının diplerinde kelimelerle kağıda döktükleri cümlelerdi. Büyük bir binada herkesin en tepedeki pencereden baktıkları manzarayı başka bir açıdan yorumluyorlardı. Onların baktığı pencere en alt kattaydı ve yüksek binaların gölgesi düşüyordu ama bence bazen gerçeğe gölge düştüğünde bakmakta fayda vardır.
• "Kafam, bir politikacıdan il olma sözü alacak kadar kalabalıktı."
•"Ben kötü bir insanım. Üstelik farkındaydım ve bu beni daha da kötü yapar!"
•"Tekrar odamdaki yatağıma döndüğümde tek istediğim, içimden gelen bir ses duymaktı. Sadece bir ses. Ne olursa! Mide gurultusundan bir şiire kadar. Hepsi kabulümdü. Kendimi dinlemeye, duymaya çalıştım saatlerce. Elimden geleni yaptım. Ama hiçbir şey. Tek bir ses, tek bir fısıltı bile gelmedi kulaklarıma. Ne yapmak istediğini bilmemek kadar acı verici bir şey daha yoktur. Ne istediğini bilememek insana verilmiş en yırtıcı işkence türlerindendir..."