Herkese merhaba! Misafirlikte sıkıntıdan patlayıverecekken denk geldim bu kitaba. Açıkçası konusu pek ilgimi çekmese de, yazarı daha önce hiç duymamış olmam okuma motivasyonumu artırdı. Tabii kitabın -bordo beyaz yay. sağ olsun- şekli, dokusunun son derece hoşuma gitmesi ve "acaba gidene…devamıHerkese merhaba!
Misafirlikte sıkıntıdan patlayıverecekken denk geldim bu kitaba. Açıkçası konusu pek ilgimi çekmese de, yazarı daha önce hiç duymamış olmam okuma motivasyonumu artırdı. Tabii kitabın -bordo beyaz yay. sağ olsun- şekli, dokusunun son derece hoşuma gitmesi ve "acaba gidene kadar bu kitabı bitirebilir miyim?" sorusunun da bu gereksiz motivasyonuma son derece katkısı olduğunu söyleyebilirim.
Kitap bir bebeğin doğumuyla başlıyor, kız bir bebek: Fahriye. Daha sonrasında başka bir kısma geçiyoruz ve babası memur olan, şu ülkeden bu ülkeye taşınan, şiirlerde yaşayan bir çocuk: Cemâl. Bu ikisinin yollarının kesişmesini ve kısaca maceralarını okuyoruz. Kitapta Cemâl karakterinden çok daha fazla bahsediliyor Fahriye'ye göre. Hatta neredeyse Fahriye'yi hiç tanımıyoruz. Zaten kendisi 13-14 yaşlarında bir çocuk olarak "gelin" oluyor. Cemâl ise o sıralarda 25-26 yaşlarında. Eh, anlayacağınız üzere şu yaş kısmı beni biraz rahatsız etti ama "o zamanlarda oluyordur öyle şeyler, bu çağ gözüyle bakma" falan diyerek yatıştırdım kendimi. Zira kendisi çocuk Fahriye'nin. Her neyse.
Kitabın anlatımına geçecek olursam, son derece yüzeysel olduğunu ve kısım kısım anlatım karışıklığı olduğunu söyleyebilirim. Yazar, Mehmet Celâl, pek ruhsal çözümlemelere girmeden; biraz da sade bir anlatımla betimleme kullanarak anlatmış olayları. En çok üzerinde durulan unsurun "Cemâl'in duyguları ve tepkileri" olmasına karşın, burada bile ruhsal bir çözümleme göremiyoruz ki bu benim hoşuma gitmedi. Birkaç macera, birkaç hayat okuduk evet ama hiçbir derinliği yoktu anlatımın. Bu kitaptan daha kısa ama çok daha etkileyici kitaplar okudum ama yine de beklentimi karşıladı diyebilirim çünkü bir beklentim yoktu.
Ve kitap aynı zamanda yazarın "otobiyografikimsi" bir eseri olma özelliğini de taşıyor Cemâl karakteriyle. Hatta, eğer kitabın baskı hatası değilse, Cemâl yerine Celâl yazılmıştı bir yerde o kadar.
Önsözde Ahmet Rasim'le olan arkadaşlıklarından bahsediliyordu, eğer Ahmet Rasim'i seviyorsanız onun hatrına okuyabilirsiniz. Yahut bir geçiş dönemi eseri olduğundan, modern ve geleneksellik arasına sıkışmış bir roman kendisi bunu anlayabiliyorsunuz, bu dönemi anlamak adına da okunabilir. Onun dışında pek önerdiğimi söyleyemem sanırım.
Buraya kadar okuyanlara teşekkür ederim.
*Ama söyleceklerim bitmedi, buradan aşağısı spoiler ve boş içerir.
Misafirlikte kitap okumak son derece zormuş, zira içerde sohbet dönerken arada bir adımın duyulması ve istemsizce kulak kabartmam sonucu, bugün de önce yerildik sonra övüldük çok şükür, kitaba zar zor odaklandığım için sonunda başka bir odaya gidip kapıyı kapadım, üzgünüm. Varlığım yokluğum bir gibi, neyse ne diyecektim.
Heh, Cemâl herifi. Bu adam tam bir isfp idi. Küçük yaşlardan itibaren Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı falan okumuş, Şeyh Galib'in eserlerini ezberlemeye çalışmış, aşkla kafayı bozduğu halde bunu anlamamış olan bir tip. İlerde bu hissiyatını Adel diye göçmen bir kıza atfediyor, kızın aşkından ölüyor falan; tımarhaneye yatıyor. Kız başka biriyle evleniyor, sonra zoraki bir evlilik yapıyor; boşanıyor. İki gün sonra başka bir kız görüp, ki o da Fahriye çocuk, bu sefer ona aşık oluyor ve annesine "anne anne ben onunla evlencem banne" diyor. Aslında sevdiği ne Adel ne Fahriye, bizim Cemâl aşkın kendisine aşık. O küçükken okuduğu hikayelerde geçen aşk tasavvuruna aşık. Kendini Kerem zannediyor, güya Aslı'sını arıyor. Örnek olarak Fahriye'nin ölümünden sonra yazdığı şiirde geçen beyitlerden biri:
“Bakınca gözlerine sa'd (uğur) olurdu feryâdı,
Cemal Fahriye'nin sayesinde şâir idi.”
Şiir kaynağı sağlaması ve içten içe okuduklarının maddeselleşmesini istemesi, bu kadar tutkulu bir "aşk"a sahip olmasına sebep oluyor diye düşünüyorum kısacası. Tabii, dedim ya, avare bir tip oluşundan mütevellit bunları hiç düşünmüyor. Sadece annesine söylüyor, onunla evlenecek işte. Seviyor sevmesine ama, evlenince de kızın kaynanası ve eltisi tarafından gördüğü zulme de bir şey demiyor, kız köylü "kısmından" çünkü, hastalanıp gidiyor kızcağız. Bencil ve pasif bir tip, uzak ol evlat.
Daha denecek çok şey var da yeterince uzattım 'sanırım'. Buraya kadar okuyan varsa bir selam verebilir ve tekrardan teşekkürler vaktinizi ayırdığınız için efenimler.
Hoşçakalın!