Geçmişten günümüze bakıldığında soyun devam etmesi ne kadar da önemli bir şeymiş gibi geliyor değil mi? Sanki o soy devam etmezse dünyada insan kalmayacak veya soylu bir insansa itibarı zedelenecek gibi bir anlayış söz konusu. Halbuki öldükten sonra kimse bize,…devamıGeçmişten günümüze bakıldığında soyun devam etmesi ne kadar da önemli bir şeymiş gibi geliyor değil mi? Sanki o soy devam etmezse dünyada insan kalmayacak veya soylu bir insansa itibarı zedelenecek gibi bir anlayış söz konusu.
Halbuki öldükten sonra kimse bize, soyun devam ediyor mu diye sormayacak ya da "Aferin erkek çocuk doğurduğun için senin soyun devam ediyor." demeyecek. Peki ya neden bir soy ismin tarihe karışmaması için bu kadar çaba sarf ediliyor?
Kitapta da bir Dük'ün soy sevdasını açık açık görüyoruz. Sırf erken doğumla dünyaya geldi diye oğlunu lanetleyen bir babadan bahsediyoruz. Bu yüzden oğlunu hiç görmeyen ve eşine, oğlunu gördüğü an öldüreceğini söyleyen bir baba.
Kitap boyunca en çok sinirlendiğim karakter tabii ki Dük olmuştu. Bir ara eşine "Neden beni sevmiyorsun?" diye sorduğunda biraz üzülmüş olsam da ona her şeyin müstahak olduğunu düşünüyorum.
Dük'ün eşi de zorla evlenmiş ve oğlunun babası tarafından öldürülmemesi için hayatını oğluna adayan bir anne. Hatta ilk çocuğuna gösterdiği sevginin birazını bile ikinci çocuğuna gösteremeyen bir anne.
Yazarımız ailenin küçük çocuğu Maximilien'i her ne kadar babasına benzer bir şekilde tasvir etse de ben, onun bu kadar kötü olmasını sevgisizliğe bağlıyorum.
Hani yazar bile “Benim hiçbir zaman bir annem olmadı. Benim hayatımdaki bütün kötülüklerin nedeni annemdir.” demiş yaa... Maximilien'inki de o hesap. Bu yüzden Max'e kızamıyor ve kötü olduğu için onu suçlayamıyorum hatta kitabı bitirdikten sonra Balzac'ın hayatını okuduğumda Maximilien ile ortak bir noktaları olduğunu düşünmeye başladım. İkisi de anne yönünden pek şanslı değiller maalesef.
Etienne'ye dayatılan hayat da güzel değildi. Herkesten uzakta, insan yüzü görmeden, sadece annesinin ve hekimin olduğu bir dünyada herkesten habersiz yaşıyordu.
Ben de evden çıkmayı sevmeyen bir insanım hatta insanlarla ilişki kurmayı da sevmem ama Etienne'nin hayatını okuyunca daraldım. Öyle ki kendi halime bile şükrettim sjsjs
Ah bee Etienne, üzümlü kekim.
Bu arada Etienne'nin ileriki zamanlarda ruhunu bir aşka teslim ettiğini de görüyoruz. Hatta Platon'un felsefi görüşlerine hakimseniz bu aşkın Platon'un nefs düşünden izler barındırdığını anlayabilirsiniz. İtiraf etmeliyim ki felsefeyle pek aram yok bu yüzden biraz araştırayım dedim de işin içinden çıkamadım sjsjs
Yani nefs düşü ne anlama geliyor diye video izleyeyim dedim de çok saçma bir yerden çıktım. O yüzden bilen biri bana açıklarsa çok memnun olurum :)
Kitabın dili biraz ağır ama okumaya engel değil. Bazı kısımlarda sarıyor ve devamında ne olacağını merak eder hale geliyorsunuz.
İlk basıldığı zamanlarda felsefi incelemelerin arasında yer bulan bu kitabımız, daha sonra tek yönlü bir yazı olmadığını fark ettikleri için Fransız Edebiyatının tozlu raflarında yerini buluyor.
Balzac'la tanıştığım bir eser olduğu için sevdim. Umarım siz de seversiniz :)