yaşanan büyük bir kuraklık ve kıtlık sonrası köy sakinlerinin (haliyle) köyü terk etmeleri sonrası bir ihtiyarın (72) ve kör köpeğinin geride kalma hikayesi. trajik bir sebepten kalmıyorlar köyde. ihtiyarın ektiği bir mısır fidesi var ve umutla, sabırla, kan ve terle…devamıyaşanan büyük bir kuraklık ve kıtlık sonrası köy sakinlerinin (haliyle) köyü terk etmeleri sonrası bir ihtiyarın (72) ve kör köpeğinin geride kalma hikayesi. trajik bir sebepten kalmıyorlar köyde. ihtiyarın ektiği bir mısır fidesi var ve umutla, sabırla, kan ve terle o fidenin büyümesini bekliyorlar. çok fazla bir olay yok ama yine de çok fazla şey oluyor gibi hissettim ben okurken. böyle kitapları seviyorum.
okurken yazar neden ihtiyar bir karakteri seçmiş de genç birini seçmemiş diye düşündüm sık sık. her iki türlü de etkileyici olabilirdi çünkü bence hikaye. bu nedenle de okurken sık sık bu sebeplerin izlerini aradım ve kendimce şöyle bir kanıya vardım:
yaşlı insanlar genelde adetlere, gelenek göreneklere ve ahlaki olgulara bağlıdır ve bir yerde bunların temsili gibi algılanırlar ve bu sebeple de saygı görürler ya da talep ederler. kitapta geçen 2 tane olayı bunlara örnek olarak vermek istiyorum.
1. karakterin yiyecek aramak için köyün evlerini tek tek dolaştığı bir sahnede saygı duyulan, anladığım kadarıyla köyün de zenginlerinden bir adamın evine girip adamın resminin önünde 3 kere secde etmesi ve sonrasında da evde bir şey bulamayınca ters ters bakıp boşuna secde etmişim sana demesi.
2. yine kuraklık sebebiyle yağmur yağması için yapılan ritüellerden birinde köpeğin bir sunağın yanında bağlı olduğunu ve sıcaklıktan dolayı gözlerinin kör olduğunu görmesi ve köpeği ordan çözüp yanına alması.
her iki sahneyi de ben geleneklere bir başkaldırı olarak okudum çünkü hayatta kalma mücadelesi veriyorsanız yaşınız kaç olursa olsun bu tarz şeylerin bir önemi kalmıyor. bi yerde insanın bencilliği ve gerçek doğası ortaya çıkıyor ki bunlara örnek olabilecek (bana kalırsa) birkaç durum da var kitabın içinde. spoiler olmasın diye yazmayacağım onları zaten çok da bi şey olmuyor çünkü kitapta.
kitapta dikkatimi çeken bir başka şey ise karakterin her bir kokuyu ve sesi (mısır fidesinin büyürken çıkardığı sesler gibi) duyumsamasıydı ve hayvanlarla da inanılmaz bir iletişim yeteneği/şekli vardı. bunu da yine hayatta kalma içgüdüsüne bağladım ben çünkü karakter gittikçe doğayla bütünleşen bir hale geliyordu.
kitabı okurken ve bitirdikten sonra yu hua’nın yaşamak kitabı geldi aklıma belki onun kadar etkileyici bir kitap değil ama yine çok iyi bir kitap.
kitapta anlatılan kıtlık ve kuraklık yazarın da çocukken deneyimlediği bir şeymiş. çiftçi bir ailede doğması sebebiyle de mısır fidesinin büyümesi ve olgunlaşmasını ve bakımını bu kadar iyi anlatabilmiş yazar diye düşündüm okurken. bu kitabı yazma sebebi de zaten bu olayın unutulmasını istemeyişiymiş.
her seferinde kısa yazacağım diyorum ama yine uzun oluyor 🤷🏻♀️ buraya kadar okuduysanız teşekkürler 🤓