Birkaç saat önce ‘’Nejat İşler oynuyormuş izlenir herhâlde ya’’ diyerek açmıştım bu filmi ama şimdi ise tarifsiz duygular içerisindeyim. Hayatımda ilk kez bir film beni böyle çarptı. Normalde filmlerde gördüğüm travmatik olaylardan etkilenmem çünkü gerçek olmadıklarını bilirim lakin bu filmin…devamıBirkaç saat önce ‘’Nejat İşler oynuyormuş izlenir herhâlde ya’’ diyerek açmıştım bu filmi ama şimdi ise tarifsiz duygular içerisindeyim. Hayatımda ilk kez bir film beni böyle çarptı. Normalde filmlerde gördüğüm travmatik olaylardan etkilenmem çünkü gerçek olmadıklarını bilirim lakin bu filmin gerçekte yaşanmış bir olaydan esinlenilmiş olması aklımın köşesinden çıkmadı filmi izlerken. Size tavsiyem eğer aşırı hassas bir bünyeniz yoksa (ki bence varsa da) yazdığım hiçbir şeyi okumadan direkt gidin ve filmi izleyin. Bu travmaya ilk elden maruz kalın. Ama ‘’Yok!’’ diyorsanız, bu travmayı ilk benden dinlemek istiyorsanız size seve seve; uzun uzun anlatırım.
Hikâyemiz sevgililerden oluşan kızlı erkekli bir grup gençle başlıyor. Çiftlerden oluşan ve tıpkı sitcom dizilerindeki gibi herkesin birbiriyle çok yakın olduğu bir arkadaş grubu. Bu arkadaş grubundan iki çiftin yakın zamanda evleneceğini üstelik bu çiftlerden birinin yakın zamanda bir çocuk sahibi olacağı haberini öğreniriz! Bütün bu gelişmeleri barda içerek kutlayan gençlerimiz bir de tatil planı yapmışlardır. Bu tatilde nasıl eğleneceklerini birbirlerine kahkahalar eşliğinde anlatırlarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmezler ve mekânda sadece kendileriyle barın sahibinin kaldığını fark ederler. Ama sorun yoktur çünkü gençler eğlenmeyi sevdiğinden bu bara sık sık gelmektedir ve mekân sahibini tanımaktadırlar! Mekân sahibinin bir kıyağı olarak ısmarlanmış son içkilerini içerlerken mekâna bir grup tekinsiz adam girer.
İşte o saniyede gecenin farklı bir boyutuna geçer zaman ve mekân. Hepsi de ‘’eşkâl tipler’’ olan yeni grup tarafından açıkça süzülen kadınlar önlerine dönerken erkekler korumacı ilkel dürtüleriyle baş başa kalırlar. Aslında kişilerin ne kadar entelektüel veya iyi bir insan olduğunun bir önemi yoktur. Çünkü ortamın medeniyet seviyesi o an ortama giren yabancının medeniyet seviyesine bağlıdır. Kısacası bara giren beş serserinin akabinde kahkahalar bıçak gibi kesilir ve ortamdaki ilkelliğin getirdiği gerilimden çekinen gençler kalkmayı teklif ederler birbirlerine. İşte tam o anda gecenin kaderini belirleyen söz, TGG denilen herifin dudaklarından dökülür: ‘’Bırak, iki tane lavuk yüzünden niye keyfimizi kaçırıyoruz?’’
Bu söz üzerine grup barda kalır ve bar sahibine laf atılmasının akabinde çıkan kavgada serserilerden biri silah çıkartır ve herkes rehin alınır. O saatten sonra bardaki insanlar ikiye ayrılır: İşkence ve tecavüz edenler, işkenceye ve tecavüze maruz kalanlar. O barda saatlerce kadınlara defalarca tecavüz edilir ve erkeklere defalarca dayak atılır. Hayatlarının travmalarını yaşayan ama olayın şokunu atlatan gençlerin aklına sadece tek bir soru gelir: Neden? ‘’Bunu neden yapıyorsunuz?’’ diye sorulduğu zaman çetenin lideri Selim konuşmaya başlar ve anlarız ki Selim farklıdır.
Çetedeki diğer elemanlar sadece şiddet ve seks açlıklarını doyurmak için oradadırlar. Ama o gece Selim için aslında bir hesaplaşma görülüyordur o barda. Varoşun ve Elitin hesaplaşması! Bugüne kadar hayatın sefasını sürmüş gençlerle zevkin ne demek olduğunu bile bilmeyen düşmüş insanların hesaplaşması… Normal şartlarda o bara giremeyecek, tecavüz ettiği kadınla aynı masaya bile oturamayacak bir konumdadır Selim. Selim’in tek derdi içten içe arzuladığı o üst tabakaya hâkimiyet kurmaktır çünkü o tabaka tarafından reddedilmiştir. Diğerleri cinsel açlığı yüzünden tecavüze başvururken Selim bu işi yaparken aslında hiçbir zaman erişemeyeceği sosyal sınıftan intikam almaktadır. Bu yüzdendir ki diğerleri en başta rasgele kadınlara saldırırken o futbolda kendisine üstünlük kuran adamın karısına saldırmıştır. Aynı zamanda sık sık ‘’Burası bu gece benim!’’ şeklinde tiratlar atarak kısa süreliğine de olsa elit tabakayı temsil eden bara hâkim olarak intikamını almıştır.
Ayriyeten filmin sonunda tüm tecavüzcüler öldürülürken bütün bu kötülüklere içten içe karşı çıkan ama yine de sessiz kalan ‘’Çırak’’ karakteri de kendini öldürmüştür. Bence Serdar Akar burada ‘’kötülüğe sessiz kalan dilsiz şeytandır’’ mesajını iletiyor bizlere. Ama bütün bunlar olup biterken arka planda son bir soru daha sorduruyor bize film: İyilik mi kazanır yoksa kötülük mü? Aslında bunun cevabı çok basit: Kazanmak için gereken şartları yerine getiren, kısaca güçlü olan kazanır. Eğer iyiliğin kazanmasını istiyorsak, en azından kötülükten zarar görmemek istiyorsak kötülerden daha güçlü olmalıyız.