'Fırtınalarda hoşa giden bir irkiliş, bir kabarış vardır. Sanki yaratılış 'hayır böyle devam edemez!' diye gürler, şimşekler çakar, rüzgar hızına engel olan ne varsa topunu da söker, yere çarpar, geçer. Bir protesto halidir o.' Balıkçı'nın hatıra şeklinde kaleme aldığı ve…devamı'Fırtınalarda hoşa giden bir irkiliş, bir kabarış vardır.
Sanki yaratılış 'hayır böyle devam edemez!' diye gürler,
şimşekler çakar, rüzgar hızına engel olan ne varsa topunu da söker,
yere çarpar, geçer. Bir protesto halidir o.'
Balıkçı'nın hatıra şeklinde kaleme aldığı ve kalebentlik cezasıyla Bodrum'a sürgün edilişini anlattığı otobiyografik eseri, tasvirleri, yalın dili ve içten olan o çok samimi anlatımına okudukça hayran kalıyorsunuz. Gözleriniz kelimelerin arasında kayıp giderken aklınız Balıkçı'nın yanında, çektiği özlemlerde ve geçtiği yollarda.
Sanki tam önünüzde sizi karşısına almış, gözlerinizin içine bakarak sevecen bir yüzle anlatıyor tüm bunları, denize aşık eder insanı bu anlatım.
Hatırlamıyorum başka bir kitap, hem ağlayıp, hem güldüren, hem de böyle bir bekleyişten doğan heyecanı, acıyı, kederi, umudu derinden hissettiren, hatırlamıyorum hislere böylesine dokunan bir kitap.
Cevat şakir Kabaağaçlı kimdir sorusunun cevabı tam olarak bu kitabın satırları arasındadır, Cevat şakir'in ölümünü ve Halikarnas balıkçısının doğumunu anlatır.
Okurken ilk kez bir kitabın yazarıyla arkadaş olmak istedim, okuyucusundan çekinerek yazdığı satırlarda kendini savunması bile o kadar samimi ve güzeldi ki.Ayrıca bize balıkçıyı hediye ettiği için istiklal mahkemelerine de teşekkürü borç bilirim. Balıkçı gibi benimde bir çok şeyin farkına varmama sebep oldular.Fırsatı varken bir çok şeyi sonuna kadar yaşamış biri halikarnas balıkçısı, bana boşa geçen zamanlarımı hatırlattı, hem de öyle üsten bakarak tavsiyelerde, nasihatlerde bulunarak değil; anlatarak, deneyimlerini göstererek.
Ayrıca bana kalırsa balıkçıyı okumaya kesinlikle bu kitaptan başlanmalı.
Bu kitapta görüp de imrendiğim en güzel şey ise, yazarın doğaya duyduğu büyük tutku, öylesine laf olsun diye değil, her harfinde hissettirerek çıldırırcasına duyduğu bir özlemle yasması, en ince detayına değinerek kitapta yaşatması.
Kitabın sonuna doğru özlemek ile ilgili kullandığı şu ifade “harıl harıl özlemek”oldukça hoşuma gitti, hani çok özlemek değil de harıl harıl özlemek, daha nasıl anlatabilirim bu özlemimi hangi kelimeyle yeterli gelir der gibi kullanmış, o kadar güzel ki insanı yaptığı işte mutlaka başarılı kılan türden, şiirsel.
Zannımca cezbeye varan bu tutkuyu ülkemizde çok az kişi duyuyor olsa gerek, yoksa denizle bu kadar iç içe olan bir memlekette yüzme bilmeyenlerin sayısı herhalde bu kadar çok olmazdı.
Yaşadığı zamanı, savaşı, insanları, hayatları, geçtiği yerleri, ekonomiyi ve daha bir çok şeyi en ince detaylarına kadar sunuyor okuyucusuna, özellikle işgal günlerinden bir manzarayı anlatıyor kitabında ki yürek parçalayan cinsten, şöyledir:
''İşgal günlerinde, vaktiyle başkent olan koca şehirde fukaralık ve sefalet vardı. bir gün içleri çorba dolu karavanalarını taşıyan askerler şemsipaşa'da deniz kenarındaki bir mermer türbenin önünden geçiyorlardı. türbenin önünde mermerden bir rıhtım vardı. taşınırken sallanan karavanalardan ara sıra mermerin üzerine çorba damlaları düşüyordu. askerlerin beş-on adım gerisinde yürüyen, paçavralar giymiş yedi-sekiz yaşlarındaki bir çocuk, çorbanın damladığı yerlerde dizüstü geliyor, ellerini yere dayıyor ve eğilerek damlaları birer birer yalıyordu. yüzüne baktım, sıska yavru bir çift kara gözden ibaret kalmıştı. onun bakışını hiç unutmayacağım.''