Spoiler içeriyor
Nbc'nin, realizm ve idealizmi karşı karşıya getirip, romantik hayallerin, hayatın acımasız gerçekleri karşısında çaresizliğini vurgulamak istediği filmi. Yaşamın sertliği ve acımasızlığı karşısında realistleşmiş, hayat okulundan mezun taşra toplumu karşısında bu gerçekliğe ayak uyduramayan, ahlat ağacı gibi ayrı bir yerde duran…devamıNbc'nin, realizm ve idealizmi karşı karşıya getirip, romantik hayallerin, hayatın acımasız gerçekleri karşısında çaresizliğini vurgulamak istediği filmi.
Yaşamın sertliği ve acımasızlığı karşısında realistleşmiş, hayat okulundan mezun taşra toplumu karşısında bu gerçekliğe ayak uyduramayan, ahlat ağacı gibi ayrı bir yerde duran tipleri anlatıyor. Bu realizmi aşmaya yönelik her çabaları realizmin duvarına çarpan insanları anlatıyor.
Gerçekçi babanın tüm acı tecrübesi ile aksini iddia etmesine rağmen bahçede su olduğunu iddia etmesi, kuyuyu kazdıkça kazması, onları cahillik ve bilmemezlik ile suçlaması, savını bir takım bilimsel argümanlar ile desteklemesi ancak haklı çıkanın yine cahil diye gördüğü taşra insanı olması... Kitabın çıktığında, yazdıklarının büyük bir olay olacağına, toplumda infial yaratacağına inanması. Belki yazdıklarını kaldıramayıp mahkemeye vereceklerini düşünmesi ancak kitap çıktığında okuyan bir allahın kulu dahi olmaması hepsi birer realizm örneği aslında...
Bu realizm, idealizm çatışmasının Sinan’ın annesi Asuman ve Hatice’de de cisimleştiğini görüyoruz. Hatice’nin, Sinan’a olan meylini hissediyoruz. Yan yanalarken söylediği şu sözler: “Aslında arzu ettiklerimiz (sinan yani), çok yakınımızda, ancak bir o kadar da onlardan uzağız.” sonrasında ışıl ışıl caddelerden, yağmurda ıslanmaktan bahsetmesi, hatice’nin gerçekliğe boyun eğmiş bir romantik olduğunu gösteriyor. O yaşamak zorunda kaldığı kahredici taşra hayatının dışında gördüğü Sinan ile o hayatın dışında olduğunu hayal ettiği şeyleri yaşamak istiyor. Buna ulaştığında hayatının ne olabileceğini ise Asuman'da görüyoruz. Asuman bu romantik hayallere bağlı benzer sebepler ile İdris’i tercih etmiş ve ona kaçmıştır ancak gerçeklik yine galip gelmiş ve kendisini bulduğu yer, mutsuz bir aile hayatı olmuştur. Hatice’nin ise bu hayallerine rağmen zengin kocaya varması, gerçekliğin acımasız üstünlüğünü bir kez daha kanıtlamaktadır.
Bunlar göz önüne alındığında nbc'nin hayata bakışının çok karamsar olduğu söylenebiliriz. Gerçeklik acıdır, karanlıktır. Orada yaşanan hayatlar berbat ve mutsuzdur. Romantik idealler ise bu gerçekliği yıkmaya yetmez. Kitabını bastıramazsın, kimse düşüncelerinle ilgilenmez. Öğretmenlik sınavını kazanamaz, çevik kuvvet olmak zorunda kalırsın. Bahçenden su çıkmaz. Meralar hayal ettiğin gibi verimli değildir ve hayal ettiğin gibi koyunlarını beslemeye yeterli olmazlar, kışın saman almak zorunda kalırsın. Kaldığın yer bakımsız, pis, soğuk ve rutubetlidir. Çekilmez hayatının dışında olduğunu düşündüğün hayalindeki adam ile evlenemezsin. O seni görmez. Zengin ve yaşlı kuyumcu ile evlenmek zorunda kalırsın. İstediğin kişi ile evlendiğinde ise yine hayatın gerçekleri dönüp dolaşıp seni bulur. Gerçek hayat yaşanamayacak kadar kötü, ruhsuz ve acımasızdır, romantik idealizm ise çözüm olmaktan uzaktır. Bu durumda tek çözüm ya herkes gibi gerçeği kabullenmek ya da kendini bu gerçekliği kabul edemeyecek kadar önemsediğin durumda ise intihar etmek midir? Sinan’ın kuyuda intihar ettiğini hayal etmesi, babasını, ahlat ağacının altında uyuyup kaldığını gördüğünde intihar ettiğini zannetmesi, böyle bir çıkış yolunu aklından geçirdiğini gösteriyor.
Ancak ahlat ağacı metaforu ile özdeşleştirilen karakterlerin davranışlarına daha yakından baktığımızda başka bir nüans ile karşılaşıyoruz. Aslında onların hiç de idealist olmadıklarını, sıradan gördükleri insanlardaki kusurlara pekala sahip olduklarını görüyoruz. Sinan mesela, insan durumunun gerçekliğine inmek gibi bir derdi olduğunu söylemesine rağmen, yazma sebebinin bu olduğunu iddia etmesine rağmen, çevresindekiler ile gerçekten ilgilenen, onları anlamaya çalışan birisi değildir. Kendisini seven kızı, Hatice’yi fark etmez. Parmağındaki nişan yüzüğünü fark etmez. Ağlamasına anlam veremez. Babası ile ilişkisi mesafelidir. Onunla samimi bir diyaloğa girdiğini söyleyemeyiz. Kardeşi ile ilgilendiğine hiç tanık olmayız. Annesini sürekli yargılar. Oluşturduğu peşin hükümler haricinde çevresindekilerden bir fikir edinme derdi yoktur. Kitapçıda konuştuğu yazarı “stratejik” olarak takip eder. Onunla konuşmaya başlamasının amacı kitabını bastırmaktır, aslında yazar da Sinan için yayınevleri ile konuşabileceğini ima eder ancak amacını unutup yazarı eleştirmeye başlar. Nezaketen sorduğu soruların cevabını dinlemez bile. Kendi oluşturduğu yargıları üzerine boca etmek ile meşgüldür. Atom bombası ile yok etmeyi tahayyül ettiği bir yerin yazdıklarına neden değer vereceğini düşünmez bile. Kitabını bastırmak için evdeki değerli eşyaları satmayı mübah görür. Hatta babasının ölümüne sevdiği av köpeğini dahi satar. Babasının, köpeğini kaybettikten sonraki ruh halini ise şaşkınlıkla karşılaması, babasını dahi, kendi gibi bir ahlat ağacını dahi anlayamadığını gösterir. Aslında bu yaptıkları ile kendi cehennemini kendisi yaratıyordur. Bunun güzel bir örneğini satılan av köpeğinin yerine babasının aldığı çoban köpeğinin Sinan’a davranışında görüyoruz. Sattığı av köpeği, Sinan’a yakınlık gösterdiğinde onu tekmeleyecekmiş gibi korkutuyor. Babasının av köpeğinin yerine aldığı çoban köpeği ise bağlı olmasa Sinan’ı parçalayacaktı.
Babası için de benzer şeyler söylenebilir. Oğlunun sınavı ile gerçekten ilgilenmemesi. Ona sınava giderken yolda eşlik etmek bahanesi ile, Asuman’ın komşundan ödünç alıp Sinan’a verdiği para ile at yarışı oynamayı düşünmesi. Hayalllerine ulaşmak, ya da hayatına bir anlam katmak için başvurduğu yolun at yarışı oynamak olması. Bunu, karısı ve çocuklarının hayatını mahvetme pahasına yapması. Görülüyor ki idealist/romantik tipler gerçek anlamda böyle değiller. Taşra gerçekliğini oluşturan cahiller olarak gördükleri kişilerin onlarda eleştirdikleri şeyleri kendileri de yapıyorlar. en önemlisi birbirlerini anlamıyorlar ancak aşağı gördükleri kişilerin kendilerini anlamamalarını kızgınlıkla karşılıyorlar.
Nbc, gerçekliğin aşılmasını hemen hemen imkansız gibi görse de, yine de elimizdeki tek çarenin mücadele olduğunu, ancak ikircikli ve içten pazarlıklı, bencil ve kendine yontan değil, tam anlamıyla idealist ve fedakar bir mücadele olduğunu söylüyor gibi. Bunu, filmin son bölümünde baba ile oğulun, yani iki ahlat ağacının birbirlerini anlamaya başlayıp, yaklaşmalarında görüyoruz. Babası oğlu ile gerçekten ilgilenmeye başlayıp kitabını okuyor hatta bazı yerleri tekrar okuyor, oğlunun kitabı en iyi arkadaşı olmuş durumda. Sinan da askerden dönüşünde, babasının kaldığı yere onu görmeye geliyor. Babasının cüzdanında kendisi hakkında bir gazete küpürünü sakladığını gördüğünde, onunla gerçekten ilgilenen tek kişinin babası olduğunu fark ediyor. Bu kez tereddütsüz ve içinden gelerek babasına yardım etmeye başlıyor. Birbirlerini gerçekten dinleyerek ve anlayarak sohbet etmeye başlıyorlar. Sinan bir ara babasının su bulmak umudu ile kazdığı kuyuda, kendini asarak intihar ettiğini hayal ediyor. Bu kuyu acımasız gerçekliğin, hayallere galip gelmesini temsil ediyor filmde. Taşra toplumunun gerçekliğini temsil eden dedenin söylediği gibi su çıkmıyor kuyudan. Anca son sahnede Sinan’ın büyük bir arzu ile kuyuyu kazmaya devam ettiğini görüyoruz. Her şeye rağmen, tüm umutsuzluğa rağmen, mücadele devam ediyor. Değişim umudu korunmuş oluyor...