Sizi uyarayım. Bu yazı benim en uzun yazım değil belki ama gene de hatrı sayılır derecede uzun. Spoiler vermemek için ekstra çaba sarf ettim. (Bu çaba içerisinde olmasaydım daha da yazardım.) Neyse, yazıya geçelim. ᕕ( ᐛ )ᕗ YouTube'da çeviri müzik…devamıSizi uyarayım. Bu yazı benim en uzun yazım değil belki ama gene de hatrı sayılır derecede uzun.
Spoiler vermemek için ekstra çaba sarf ettim.
(Bu çaba içerisinde olmasaydım daha da yazardım.)
Neyse, yazıya geçelim.
ᕕ( ᐛ )ᕗ
YouTube'da çeviri müzik dinlerken arka planda bu filmin fotosunu görmeye alışmıştım. Haklı bir merak vardı içimde. İzlemek için film ararken bundan daha cazip bir seçenek yoktu önümüzde. İşyerinde izlemeye başladık. İlk saati bittikten sonra yarım kaldı. Araya ameliyat girdi falan derken anca bugün izleyip bitirebildim. (Yarım kalan süre zarfında aklıma düştü, kendi başıma bitirmek istedim filmi. Arkadaşlarıma yan çizmek pahasına devamında neler olduğunu bilmek istedim. Ama yapmadım öyle bişi.) Film baya sarıyor.
Çok güzeldi. Son zamanlarda izlerken en çok keyif aldığım filmdi diyebilirim. Gerçekten haz duydum.
Başlangıç açısından hafif durağan başladı. Karakterler soğuktu, renkler soğuktu. Biraz içim üşüdü. Derken baş karakter Henry'e ısınmaya başladım. Onun duygusuz bakışları eşliğinde çevresine karşı olan duyarlı davranışlarını izlemek bana iyi geldi.
Derken minik bi bulantı eşlik etti bünyeme. Tam da karaktere ısındım, artık filmi keyifle izleyebilirim derken izlediğim şeye anlam veremedim. Henry'nin geçmişi beni mahvetti. Onu koruyamamak canımı acıttı. (Geçmişine dair bi netlik yoktu ama ben kafamdan olası senaryolar yazdım ve inanın bana hepsi birbirinden kötüydü.)
Sonuç olarak Henry'nin büyükbabasından nefret ettim.
Hem de bütün bir benliğimle.
Henry'nin çevresindeki insanların hepsi kendisi gibi hayatlarında sorunlar yaşıyorlardı. Çünkü mükemmel hayat diye bir şey yoktur.
Henry'i diğerlerinden ayıran şey bunun bilincinde olmasıydı.
Futbol sahasına gidip değişik bir pozisyon eşliğinde durup nefes almaya çalışan öğretmeni hatırlayın. Sadece görülmek istiyor. Onun fotoğrafını çeken kız öğrenci öğretmeninin bu hâlini görüyor, tıpkı Henry gibi. Kız öğrencimiz bu duruma karşı fotoğraf çekmekle yetinirken Henry yanına gidip konuşmayı tercih etti. Çok basit ya, "iyi misin" dedi sadece. Karşılığında ise duygulanmış bi adam gördük. "Sen beni görüyor musun?" sorusunu da hayretler içeren sesiyle sordu.
Üzüldüm.
O karakterin tek ihtiyacı olan şey görülmekti, duyulmaktı, insan yerine konulmaktı. Evinde eşiyle çocuğu, okulda öğretmenlerle öğrenciler derken yapayalnız kalmıştı bu adam.
Tâbi her şeyin ve herkesin çözümü Henry de olamaz.
Özellikle de kendi dertlerini çözememişken...
Bunu çok iyi anladım.
İzlerken en çok keyif aldığım sahnelerden biri Henry'nin transferans yaşadığı sahneydi. Sınıfta diğer öğretmene karşı bağırıp yanlış anlaşıldığını açıklamaya çalışırken fazla çaresizdi. Dibine kadar katarsis barındırıyordu, geçmişten gelen anlık görüntüler falan. Çok iyiydi.. Hele öfke patlaması.. Üff..
(Keyif aldığım sahnelerden biri dedim çünkü çok fazla var. Öncelikle söylemeliyim ki baya ağladım.. Çok ağladım ve ben bu kadarını beklemiyordum..)
Henry'nin yara bandı olmadığı ve sadece bi insan olduğunu kabullendikten sonra izlemek daha kolay. Onun da gücünün bi sınırı var sonuçta. Evindeki kız için verdiği karar yerindeydi mesela.
Sınıfındaki kızla olan sahnelere gelince, oraları izlerken aklıma üniversitede eğitim aldığım zamanlar geldi. Son sınıfta danışan bakarken, tam anlamıyla yetkin olmadığımız için, bazı ağır teknikleri kullanmamamızı öğütleyen hocalarımız vardı.
"Danışan katarsis yaşamaya başlar ve siz süreci düzgün yönetemezseniz her şey sarpa sarar. Eskisinden de kötü bir hâle gelebilir. Çünkü o kişi düzeleceği ümidiyle geçmiş yaralarını size açar. Düzelmeyince de ümidini kaybedebilir. Hem size karşı hem de danışma sürecine karşı olan ümidini..."
Sınıftaki o kız Henry ile konuşurken yavaşça açtı kendini. Çünkü "Anlatırsan dinlerim" dedi Henry. "Anlıyorum " dedi. Anlaşılmak kadar büyük bir ihtiyaç var mı? Bu çok cüretkar bir cümleydi. Kızcağız da inandı ve anlatmak istedi. Ama anlatamadı, yarım kaldı, güveni kırıldı...
Yanlış anlamayın, Henry suçluydu demiyorum. (Zaten kendisi de okulda bulunan rehberlikçiye yönlendirmek istedi ancak öğrenci istemedi, biliyorum)
Ama bu an baya hatalı bir andı. Suçlu Henry değildi belki ama yaşanmaması gereken bir andı. Önden bir şekilde tedbir alınabilirdi. O yetenekli kızcağıza yazık oldu.
Ve filmin sonu.. Okula dıştan baktığımızda sağlam bir bina gibi gözükse bile içindeki insanların derbeder olduğunu bilmek, okulu yıkıntı içerisinde görmekten farksızdı. Her şey eşitlenmiş oldu.
"...Tam bir ruh buhranı içinde kalbimde bir soğukluk, bir çöküş, bir tiksinti hissettim."
Okuduğunuz için teşekkür ederim:)