“Yarın çok geç olmadan bugün sevdiklerinize sarılın” temalı, oldukça klasik bir konu üzerinden farklı bir bakış açısı. Yönetmen koltuğunda Takeshi Kitano başrolde yine kendisi ve izlediğim ilk filmiydi, muhakkak sonda olmayacak. Bugüne kadar severek izlediğim Japon sineması bu yönetmen sayesinde…devamı“Yarın çok geç olmadan bugün sevdiklerinize sarılın” temalı, oldukça klasik bir konu üzerinden farklı bir bakış açısı. Yönetmen koltuğunda Takeshi Kitano başrolde yine kendisi ve izlediğim ilk filmiydi, muhakkak sonda olmayacak.
Bugüne kadar severek izlediğim Japon sineması bu yönetmen sayesinde farklı bir bakış açısı daha kazanmış oldu.
Böyle filmleri seviyorum. Sessiz..
Gereksiz müzik kullanımı olmayan, diyalogların az daha çok görüntülerin konuştuğu.
Son derece karamsar bir havada geçen filmde çok iyi yansıtılmış olan karamsarlık, film bittikten sonra bile etkisini sürdürüyor. Alışılagelmiş olduğumuz sinema dilinden olukça uzak bir anlatıma sahip. Genellikle sinemayı olduğu gibi yapan şeyden yoksun, kısacası ateş sonra bir çiçek, yeniden doğuştan çok bir yıkım.
Hana-bi yavaş, ağır ama umutsuzluktan oldukça uzak, en umutsuz anda bile izleyicisine umut sunabilen, uyuşmuş duyguların hissiz yansıyışı ağlatmak için yeterli bir sebep, az ama öz komik sahneleri ile oldukça enteresan bir eser. O kadar doğal bir işleyişi var ki; kurgu olsa bile kurgu değil sadece dünyada yavaş bir kayma gibi, birbirinden kopuk gibi duran parçaların arka-arkaya bağlanmış hissi veren kurgusu, kelimlere sığmayan bir etkisi var bana kalırsa sırf bu yüzden az diyaloğa sahip bir film, yavaş ilerleyişiyle durup düşündüğümüzde zamanın nasıl geçtiğinin farkına varıyormuşuz gibi, her karakterin duygularını anlayabileceğiniz kadar yüzlerinde duran kamerayı, (Joe Hisaishi'nin) müziklerinin sahnelere olduğu kadar ruhunuza duyguları iletişini, kısacası ne görmek isterseniz size onu sunuyor film, çoğunlukla anlam hayal gücüne bırakılmış.
Karakterler kendi hayatlarının arka planında yaşıyorlarmış gibi; hayatlarından birer yabancı gibi geçiyorlar, sadece içinden geçiyorlar, onlara sunulanlardan zevk duymuyorlar veya deneyim kazanmıyorlar, sonsuz yalnızlık muhtemelen böyle hissettiren bir üzüntüden farklı değildir. Belki de bu yüzden filmde zaman bir nesne değil, hayatta olması gerektiği gibidir.
Bahar çiçeği, renk noktaları, masum aksilikler, tek havai fişekler, sessiz kahkahalar, acı gülümsemeler, en basitinden farkındayken kar’ın yağışını olduğundan daha farklı görebilmektedir hana-bi, tüm gerçekliğin düş olabilme ihtimali, dünyayı sakin kaotik güzelliğiyle görebilmek, biraz da yüzünüze çarpmak için binlerce mil yol kat eden rüzgarı hissedebilmektir. Takeshi Kitano'nun bu filmdeki düşüncesi neydi bilmiyorum ancak gördüğüm eğer hissettiğim gibiyse mükemmel bir düşünce olduğunu söyleyebilirim.
Ayrıca eklemek isterim ki gönderiyi filme çok benzettiğim Nebelung - Innerlichkeit parçası ile yazdım, filmi izleyip sevenler bunu da sevebilir.