Krzysztof Zanussi ve ilk filmi, bence sanat gerçekten anlaşıldığında her insanın alanıdır. Zanussi polonya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biridir. Ki sanatçı tanımının karşılığını hakkıyla verdiğini söylemekte yanlış olmaz. Fizik ve felsefe eğitimlerinden sonra sinemaya ilgi duymuş, rafine bir entellektüeldir. Yapımlarının…devamıKrzysztof Zanussi ve ilk filmi, bence sanat gerçekten anlaşıldığında her insanın alanıdır. Zanussi polonya sinemasının en önemli yönetmenlerinden biridir. Ki sanatçı tanımının karşılığını hakkıyla verdiğini söylemekte yanlış olmaz. Fizik ve felsefe eğitimlerinden sonra sinemaya ilgi duymuş, rafine bir entellektüeldir. Yapımlarının bir çoğu; Stalinizm altında yaşadığı coğrafyada gerçekleştirmesi ve yaşantılarından imbikten çektiği meseleleri bilimle harmanlamasından ortaya çıkmıştır. Sinema dünyasında adı en çok, günlük yaşamda yer alan etik seçimlere ve metafizik sorulara odaklanan derin felsefi dramalar yaratmasıyla bilinir, bu filminde de bunlardan yararlandığını söylemek yanlış olmaz. Struktura Krysztalu; 1969 yılında, şehirleşmenin zirvede olduğu bi zamanda çekilmiştir, 74 dakika uzunluğunda ve siyah-beyazdır.
Polonya sineması hakkında çok bilgili değilim ancak kasvetli ve soyutlamacılık arka planı altında böyle bir dinamizmi korumak, bunun nadir olduğunu söyleyebilirim.
İlk uzun metrajlı bir film için kesinlikle muhteşemdi, yaşamın basitliğinin, çevremizdeki dünyanın bir sembolü gibiydi. Filmin süresi bana kısa geldi, bu karakterlerle biraz daha zaman geçirmek istedim, içimde Janek'in hayatına ve Marek'le olan ilişkisine bir kez daha bakma özlemi bıraktı, aynı zamanda her şeyin olabildiğince rahat hissettiren o beyaz, sert karlı manzaraya özlemimi bıraktı. Tepeden tırnağa karla örtülmüş bir manzara, filmin sunduğu her şey şiirsel, doğal ve daha önemlisi, anlatıcı bir şekilde içe dönük. En saf haliyle hikaye anlatımı, tıpkı Bergman gibi, Zanussi de manzaraların ve çevrenin dilini nasıl yakalayacağını mükemmel bir şekilde biliyor, bu da karakterlerin gösteremediği her şeyi anlatıyordu. Karakterler, bilimsel bir dil havasına sahip olan diyaloglarını mutlak bir umursazlıkla dile getiriyor, izleyici; ister istemez kişinin insanlar hakkındaki bakış açısı ve yaşam amacı da dahil olmak üzere bazı küçük konular üzerinde tartıştıklarında arkadaşlar arasındaki anlaşmazlığın bir parçası haline geliyorlar.
Bir kristalin yapısı gibi, hayatta değer verdiğimiz şey hayatlarımıza yapı verebilir, ancak tersine, hakikat arayışımızda çok katı olmak bizi aynı zamanda önemli olandan da kör edebilir. Kristallerin adını taşıyan Yapısı, iki arkadaş arasındaki düşmanlığın keskin bir sonucudur, birçok durumda film boyunca kullanılır. Örneğin, bir noktada, Jan ve Anna, Marek'in New York seyahatlerinden geri getirdiği bazı slaytlara, Manhattan'ın gökdelenlerine insan yapımı devasa cam binalara hayran kalıyorlar, bundan kısa bir süre sonra, bir başka sahnede farklı bir tür meskenin altıgen yapısı, bir arı kolonisinin doğal bal peteği ile sunulur. Böyle ince detaylarla altmetni oluşturan sahneleri çok seviyorum.
Filmin en güzel yanlarından biri; sorgulama ve şüphe anlarına karşı gösterilen neşeli anlardı, o anlarda; filmin İnsan duygularını en basit haliyle yakalaması, ancak onları olduğundan daha karmaşık sunması gereken mesaj için onları vurgulayışı ve tüm bunları yaparken, duyguların farklılıklarında ve benzerliklerinde harika bir insanlık sergisinde bulunmasıydı. Her ikisinin de diğerinin hayatlarını nasıl yaşamaları gerektiğine ikna etmeye çalıştıkları anları çok sevdim, ancak nedeni ne olursa olsun sonuçta filmin sonunda olduğu gibi diğerinin bir parçasıyla ya da bütünüyle ne yazık ki uzaklaştırdı. Filmde yargı yok sadece karakterlere karşı sevgi ve empati var.