Un Amour a Taire
Un Amour a Taire, yönetmen Christian Faure’den izlediğim ikinci film. Açıkcası çarpıcı bir şekilde “mon Dieu” diyebileceğim kült yapısı ile anlatılmak istenilen üç ana mesajı da oldukça sağlam veren bir film olmasının dışında başka ne diyebilirim…devamıUn Amour a Taire
Un Amour a Taire, yönetmen Christian Faure’den izlediğim ikinci film. Açıkcası çarpıcı bir şekilde “mon Dieu” diyebileceğim kült yapısı ile anlatılmak istenilen üç ana mesajı da oldukça sağlam veren bir film olmasının dışında başka ne diyebilirim ki. Film ilk başta televizyon filmi olarak yapılsa da LGBTQ+ festivallerinde açılışı gerçekleştirmiş ve üstüne de tonla ödülle evine geri dönmüş zamansız bir filmdir.
Yönetmenin sıkça bahsetmek istediği şeylerin derlemesi olarak not aldığım bir unsura değinecek olursam: “Vicdansızca yönetilen bu dünyanın, vicdanlı şekilde yönetilebildiğini düşünmek kadar saçma bir durum yok.”. Bu cümle aslında bana şunları da hissettiriyordu; insan ırkının en iğrenç dönemlerini geçmişte bırakmış olduğunu düşünsekte aslında hala din, dil, ırk, cinsiyet ve yönelimin ayrımlaştırıcı olmasından dolayı canlılar arasında en kötü ve en aciz olan biziz diyerek bitirmek istiyorum.
Oyuncu kadrosundaki 3 ana oyuncunun dışındaki diğer bir oyuncunun performansı ile bana her bir karakterin duygularının ve umutlarının yeşermesi ile tam tersine dönüp sona erebilen bir hayatın var olmasını, ayrıştırmanın ve kardeş bağının, aşkın ve dostluğun simgelerini de dile getirmesiyle birlikte bir bütün olmayı çok güzel göstermişlerdi. Jérémie Renier gibi yetenekli ve kaliteli bir oyuncu ile eşcinsel olmanın ne demek olduğunu ve Nazi Almanya’sındaki şartları gösteriyordu.
Nicolas Gob’da kendini ailesine kanıtlamak ve intikamını alırken pişmanlık hissetmenin dışında yolun sonunu göremeyen ve bir anda biten kardeşi canlandırıyordu. İki kardeşin de gösterilmesi oldukça detaylıydı ve kendisine sanat filmi dedirttirebildi. Bir kadının varoluşsal sancısını, sevgisini, hayatta sıfırdan başlamasını ve arkadaşlarına ve dostlarına bağımlılığını simgeleyen duygularını, hal ve hareketlerini harika bir şekilde yansıtabilen Louise Monot’yu ayakta alkışlıyorum. Bir aşk adamını, onun korkularını az görebildiğim ve anlayamadığımı düşündüğüm ve hala etkisinden çıkamadığım Bruno Todeschini da tebrik ediyorum. Yönetmeninden oyuncusuna kadar hepsi harika bir esere imza atmışlardı. Kesinlikle izlemenizi öneriyorum. Keyifli izlemeler.