Güzellik, belki Aşık Veysel'in dile getirdiği gibi on para etmiyor. Ancak biz insanlar, önce güzelce bir mabete yerleştiriyoruz onu, sonra da ziyaretlerde bulunup gözlerimizi alamıyoruz. Her ne kadar dış görünüş önemsizliğinden dem vurulsa da dünya aynını söylemiyor(!). Beğenimizi kazanan her…devamıGüzellik, belki Aşık Veysel'in dile getirdiği gibi on para etmiyor. Ancak biz insanlar, önce güzelce bir mabete yerleştiriyoruz onu, sonra da ziyaretlerde bulunup gözlerimizi alamıyoruz. Her ne kadar dış görünüş önemsizliğinden dem vurulsa da dünya aynını söylemiyor(!). Beğenimizi kazanan her bir nesne, kalbimizde yer edinmiş onca insan gözümüzde puta dönüşüyor; inatla tapmaya devam ediyoruz. Bazen de kendi yarattığımız bu tehlikeli ok bize doğru dönüyor... Her gün ayna karşısına geçiyor, etraftan aldığımız iltifatlarla besleniyor, narsist bir yaşam sürüyoruz. Tabiri caizse, Oblomov oluşumuz yetmiyormuş gibi bir de Dorian Gray peşinden sürükleniyoruz. Okuduklarımız asla yabancı gelmemeli bu sebeple; kendimizi hatırlatmıyor mu bize ne de olsa? Belki portrelerimiz kitaplarda saklıdır; kalbimizde gizlediğimiz, lafını etmediklerimiz sayfalarda açığa çıkıyordur kim bilir? Öyle ya, Dorian Gray gibi kendimizden kaçarken bir köşede kıskıvrak yakalanıyoruz belki de, kendi ellerimiz tarafından...
Kitap ilerledikçe kendimi mutsuz bir gezide hissettim. Sevmediğim insanlar, alışık olmadığım kimseler istemediğim halde bana eşlik ediyorlardı sanki. Lord Henry, her konuştuğunda onun sözcüklerini işitmek zorunda kalışım bir süre sonra ağır gelmeye başladı. Düşünceleri korkunç zıtlıklarla dolu bu adamın zevk ve sefaya bulanmış bir yaşamı vardı. Dorian Gray'in henüz olgunlaşmamış zihniyetine kötülük saçıp dünyayı boş vermesine neden oluyordu. Ressam Basil Hallward'sa kendime daha yakın bulduğum, dünyaya kötümser bakmaktan uzak, sanatına sarılan bir ressamdı. Ancak o da bir yanlışa sürüklendi ki kendisi için pahalıya mal oldu: güzelliğe taptı. İçini bilmeden, özünü anlamadan Doarian Gray'i gözünde büyüttü. Bu adamlar bir arada olduklarında, o kadar ayrıksı fikirlerle konuşuyorlar ki o anda esen bir rüzgar üçünü de bambaşka yerlere sürükleyebilirdi.
Kitap, bence Dorian Gray'den ibaretti. Ressam ve Lord Henry bir süre sonra silikleşip düşüncelerle kalıyorlar. Bu açıdan burun kıvırdım esere. Gittikçe yüreğinin soluşuna tanık olduğumuz Bay Gray, tabloyu kaplamıştı kısacası, öyle bir kibri var ki eserde bile kimseye yer bırakmamış... Diğer karakterleri daha canlı bulmak ve onları merakla okumak isterdim. Ama biz Bay Gray'in hikâyesine konuk olmuştuk ve Wilde'nin evindeydik; Dostoyevski ya da Tolstoy'un değil, öyle ya :) ...
Oscar Wilde'nin estetizmini her sayfada görebildiğimiz bir romandı. Antik Yunan'a, Helenistik döneme çok fazla gönderme vardı ki zaten eser büyüsünü bu heykellerden almış gibiydi. Oscar Wilde, Dorian Gray ile birlikte güzellik eleştirisini yapıyordu yapmasına ancak onun estetizminde bununla ters düşen bir sanata aşırı ilgi duyma var sanki... Şimdi düşününce Wilde de sanat, sanat içindir diyerek bir tapınma ortamına girmiş olabilir. Hayatı, sanata yaklaştırmış; politik veya toplumsal konulardan daha önemli bir noktada görmüş sanatı. Böyle olunca Wilde'de insani değerlerin kaybını görüyorum. Yani tıpkı kendi karakteri Dorian Gray gibi o da belki güzelliğin mahvını görmüştür yaşamında, nereden bilelim?.. Tabii, ben okuduklarımdan kendi nasibimi alabilmeyi dilerim. Düşünce evrenime ve hayatıma katkılar yapabilsin isterim. Oscar Wilde de insanlığa, edebiyata güzel bir eser bırakmış, teşekkürler!