Yine başımız dumanlı, Bernard Hill abim ölmüş. Let me tell you story yani meali gelin size bir nostalji hikaye anlatayım. 2000lerin başı ben sümük kadarım(yine de yaşıtlarımdan iriydim). Bir gün komşunun oğlu heyecanla elinde bi cd gelmiş “aga abim film…devamıYine başımız dumanlı, Bernard Hill abim ölmüş.
Let me tell you story yani meali gelin size bir nostalji hikaye anlatayım.
2000lerin başı ben sümük kadarım(yine de yaşıtlarımdan iriydim). Bir gün komşunun oğlu heyecanla elinde bi cd gelmiş “aga abim film verdi” diye zıplıyor. Allah allah diyorum Hüseyin abi nası bizi iplemişte film almış bize diyorum sonra aklıma geliyor muhtemelen bu dümbeleği kız arkadaşıyla rahat konuşsun diye kovalamış olabilir. Sorgulamıyoruz filmi takıyoruz. Büyücü var, ufak ufak insanlar var bi yüzük muhabbeti falan var. Elfler, cüceler, insanlar falan çok ilginç bişe kapılıyoruz, tribe giriyoruz orkları falan görünce birbirimizi korkutmaya çalışıyoruz. Ama o da ne Frodo, Sam ile kayığa biniyo film bitiyo. Eee dayı hani Boromir noldu fatihası okundu mu? Öyle kalıyoruz.
Ben öbür gün Hüseyin abiyi yakalıyorum okuldan gelirken.
Abi diyorum “gidelim korsancıya paramızı isteyelim ya da düzgününü isteyelim. Bu kesilmiş abi” Hüseyin abi iplemez bi şekilde “yok” diyo “devamı varmış daha çıkmadı” Neyse ben bunu darlıyorum. En son bıkıyo “Yükseel” diye birine sesleniyo
(Şimdi burada bi es veriyorum. O zamanlar o abiler ablalar bize göre çok cooldu. Öyle istediğimiz gibi konuşamazdık. Onlar Türkiyenin ilk genç-yetişkin özgür nesilleriydi. Ana baba fazla karışamaz. Büyükler kadar sıkıcı değil, bizler kadar aciz değiller. Giyinişleri lafları farklı, okuyolar saygı görüyolar. Yani benim gidip yapışmam bana cevap vermeleri falan inanılmaz şeyler. )
Oradan o zamanların bir Türkiye ikonu olan Ragga Oktaya benzeyen ince, gözlüklü, yakası açık, saçlar jöleli bir liseli bize doğru geliyo. Hüseyin abi kafasıyla “aha buna sor” işareti yapıyo ben başlıyorum darlamaya. Yüksel abi cevaplıyo. Kitap diyo 1-2 seneye gelir falan diyo. Kitabı istiyorum artık arkadaşımda diyor.(artık bu pale ne okucak kitap mı verilir buna deyip vermedi yoksa cidden öyle miydi bilmiyorum artık günahı Yüksel abimin boynuna. Ama muhtemelen doğrudur o zaman bu tarz kitaplardan 1-2 tane olurdu millet dönerdi)
Neyse ben dedemi darlıyorum bu sefer bi dahaki kitap alışverişine bende gidiyorum. O zaman tek cilt yüzüklerin efendisi baskısı yeni çıkmış kitapçı yok diyor, dedem uzatma gibisinden parayı uzatıyor getirtin diyor. Neyse ben kitabı alıyorum kitap tuğla gibi, babam dedeme kızıyor “bu ne aq?” diye dedemse kendine gelip eski kelimeleri falan sormamdan dört köşe “eşşekoğlu eşşek sen karışma” diyor babama. Kalan zamanlarda da Yüksel abiyi darlıyorum. Yüksel abinin yavaş yavaş yancısı oluyorum. Bana o zamanın ne kadar pop-neo kültürü varsa tanıştırıyor (Age of empires, baldurs gate, diablo, linkin park, evanescence, rasmus, three days grace, cyberpunk, dune, çizgi roman daha neler neler) arada atari falan oynuyoruz inanılmaz bi ikiliyiz. İnanılmaz prestijim var tabi babalarla takılabildiğim için. Neyse gel zaman git zaman. İki Kule sinemalara geldi.
O zaman sümük değilsemde hala çok küçüğüm sinemaya o saatte tek girememe ihtimalim çok fazla. Yüksel abiye yalvarıyorum abi benide diye. Yüksel abiyle planımızı yapıyoruz. Baba kız arkadaşıyla gidecek, biletleri alacak ben arkalarda oturacağım, tanışmıyomuş gibi yapıcaz. Müthiş bir poker face ile yüksel abi ve kız arkadaşıyla berabermiş gibi ancak yengenin anlamayacağı kadar da uzaktan içeri giriyorum.( yengeye içimizden bir iki sövdük allah affetsin). Film başlıyor ben deli gibi bişey olmuşum ne uzunluğu ne bişey koyuyor. 3 sahneye takılmışım. Ne Eowyn, ne elfler ne saruman ne entler falan hikaye.
Theodredin cenazesi Theodenin “Simbelmynë” çiçeği ile ağlamaya başlaması( çok dokunmuştu bana ama ağlar mağlarsam yüksel abi siksen bi daha getirmez beni)
Gamlingin zırh giydirme sahnesi “at ile efendisi nerede?” sahnesi.
Son at sürüş ve Eomerin gelişi.
Hepsinde Bernard Hill var. Adam aklımdan gitmiyor. Film bitti. Film uzun, salon yorgun.
Çıkıyoruz, saat geç, ben yine sıcak takipteyim. Yüksel abi yengeyle filmi falan konuşmaya çalışıyo ama yok, yenge mutsuz. Yengeyi otobüs durağına bırakıyoruz. Yüksel abi dönüyo, ben sarumanın hizmetkârı orklar gibi atlıyorum Yüksel abinin önüne “abi çok iyiydi, abi urukhai,abi miğfer dibi, abi aragorn, abi kitapta böyle değildi falan. Yüksel abi önce bi kendine gelemiyo sonra başlıyoruz konuşmaya. Sonra meyve suyu alıyo ikimize. (o zamanlar büfelerde havuç, portakal falan sıkarlardı) İçe içe gidiyoruz, ben hiç susmuyorum. Eve geliyoruz. Yüksel abinin yüzü bir garip, bana dönüyor “ aferin lan Gülcan ablan bişey anlamadı, sen anladın” diyor. Yüzümde bir gurur eve giriyorum.
Yüksel abi o günden sonra beni daha bi seviyor.
Yıllar sonra anlıyorum Yüksel abinin o geceki bana garip bakışı, hayal kırıklığı ve anlaşılmamanın bakışı, Gülcanın kendi için doğru kişi olmadığını anlıyor o sırada bi de dönüp yanındaki ork’a bakıyor, kendi kendine “ulan” diyor.
(Aradan zaman geçiyor Kralın dönüşü geliyor, bu sefer direk Yüksel abiyle beraber gidiyoruz Gülcan mülcanlar olmadan.) ( Yaa Yüksel abi sen Gülcanla gezersin ama cenazene Kona gelir…)
Yani uzun lafın kısası Bernard Hill benim için yüzüklerin efendisini ve o geceyi unutulmaz yapıyor. Daha sonraki performansıyla Yüzüklerin efendisinin unutulmaz yüzü oluyor. 20 yıl aklımızdan çıkmıyor.
Kendisine teşekkürlerle veda ediyoruz.