7,5/10 Türk Edebiyatında yadsınamayacak yeri olan bir kitapla karşınızdayım. 'Eylül' kitabı ilk psikolojik roman diye söylenerek yıllardır zihnimizin köşesine kazınan ama alıp da okumaya zahmet etmediğimiz kitaplardan biri. Yani şu ana kadar benim öyleydi, geçen gün kardeşime kitaplığımdan sallamasyon bir…devamı7,5/10
Türk Edebiyatında yadsınamayacak yeri olan bir kitapla karşınızdayım. 'Eylül' kitabı ilk psikolojik roman diye söylenerek yıllardır zihnimizin köşesine kazınan ama alıp da okumaya zahmet etmediğimiz kitaplardan biri. Yani şu ana kadar benim öyleydi, geçen gün kardeşime kitaplığımdan sallamasyon bir kitap seçmesini, o kitabı okuyacağımı söyledim ve bana bu kitabı seçti. Tesadüfen de olsa bu kitabı Zavallı Necdet kitabının üzerine okumam pek hoş olmadı açıkçası çünkü Saffet Nezihi zaten kitabını yazarken, 'Eylül' kitabından ilham aldığını belirtmişti, ve benim de bu iki kitabı üst üste okumamla beraber kitapları karşılaştırmamam olası durumlar dahilinde değil.
İki kitapta da yasak aşk konusu işleniyor ve iki kitabın da ruhsal betimlemeleri oldukça fazla.(Eylül kitabında daha fazla)
Pekâla hem içeriken hem de üsluben bu kadar benzemelerine karşın benim Zavallı Necdet'e daha fazla puan vermemin sebebi neydi hemen açıklayayım. Aslında bunu açıklarken kitaplar arasındaki en büyük farkı da söylemek durumunda olmuş oluyorum: Karakterler. İki kitap arasındaki en büyük farka tabii ki de karakterleri söyleyecektim çünkü bir yanda aşkı için kendinden vazgeçenler varken diğer tarafta kendinden vazgeçmemek için aşkından vazgeçenler var. İki kitabın bu kadar zıt noktalarda karakterleri olması da oldukça karşılaştırılabilir kılmış ama ben daha fazla kitapları karşılaştırarak yazarımıza saygısızlık yapmak istemiyorum. Diğer kitap hakkındaki düşüncelerimi zaten bir önceki gönderide dile getirmiştim.
Kitapta dediğim gibi yasak aşk konusu işleniyor. Karakterler hayatlarındaki tekdüzelikten kurtulmak için aşka sığınıyorlar ve olay da burada kopuyor. Suat karakterimizin her ne kadar Süreyya ile olan evliliği oldukça güzel, uyumlu geçse de fedakarlık yapıp, kendisinden vazgeçen kişi Suat idi. Dolayısıyla elbet benliği bir noktadan sonra olaylara atılmak, aktif halde olmak isteyecekti ki oldu da. O vakitte yanında Necip'in bulunması ve birçok ortak noktaya sahip olmaları Suat'ın her gün benzer geçen hayatından kaçıp bu heyecanlı yasak aşka yönelmesine sebep oldu. Necip'in zaten duyguları vardı. E bu ikilinin bir araya gelmesi de kaçınılmaz oldu haliyle.
Kitabın sonunun gerçekten farklı bitebileceğini düşündüm... Ancak bunun Tanzimat Dönemi Edebiyatı'ndaki eserler olduğunu unutmuşum maalesef. Ölüm olmasına hiç şaşırmadım hatta kardeşimle nasıl ölecekler diye de komik bir tartışma yaptık. Ben araba kazası, deprem gibi olayların olacağını düşünüyordum. Benzer bir olay oldu zaten pek de şaşırtmadı. Yalnız kitapta Necip'in aşkına inandığım tek bir sahne oldu. O da kitabın son cümlesiydi zaten.
Kitabın adıyla konusunun bu kadar ilintili olması da oldukça hoş bir detaydı. Eylül ayının sonbahar mevsimiyle olan ilişkisi ve bunun bizim ikilimize (üçlümüze???) olan ilişkisini okumak da güzeldi. Ancak ben daha fazla yasak aşk okumak istemiyorum, aşk açısı çeke çeke bir hal oldum. Aynı zamanda bu sıcaklarda anlatımı yoğun kitapları okumak oldukça güç geliyor bana, bundan sonra okuması daha hafif kitapları tercih ederim muhtemelen. Eğer öneriniz varsa yorumlarda beklerim. Daha fazla konuşmadan alıntılara geçelim zira çok beğendiğim alıntılar oldu.
🍂" Ben seni ne kadar sevdiğimi başka kadınları gördüğüm zaman anlıyorum. Bazen rastladığım, hatta senden daha güzel bulduğum kadınlara bakıyorum da kendi kendime hiçbirisini senin kadar, senin gibi sevemeyeceğime yemin ediyorum."
🍂"O hâlde sevilse bile, bu yalnız bir yaradan başka bir şey değildi.''
🍂"Hiç olmazsa beraber ölmek de mi yoktu, hiç olmazsa onun için ölmek de mi yoktu?"diyordu. Ölmese ve çekse bile böyle birkaç aşk saniyesi bütün bir hayata bin kere, yüz bin kere tercih edilmez miydi?
🍂"Önce bin renkli bir hayat görünür, hiç birbirine benzemez eğlencesi var gibi gelir. Her şeyde bir nevi güzellik görürsün. Sonra bir gün, birdenbire hepsinin aslında ne kadar birbirine benzediğini, ne kadar monoton, ne kadar sıkıcı olduğunu fark edersin. Birbiri ardınca, birbiri ardınca... Ve o zaman anlarsın ki, aslında hepsi birer boşluktan ibaretmiş. İnsan hayal eder, bekler, ümit eder; fakat zamanla her şeyin ne kadar boş olduğunu, yalnızca bir hayal olduğunu anlar. Hayat bir kere sıkıcı geldi mi, artık neşeli taraflarını göremezsin. O zaman da karşına çıkacak her şey boş, manasız gelir. Bu dünyada yaşamak, yalnızca bir alışkanlık, bir mecburiyet halini alır. İçinde bir türlü dinmeyen bir sıkıntı, bir huzursuzluk duyar, bundan kurtulmak için de her çareye başvurursun. Ama nafile; çünkü hayat hep aynı, hep sıkıcıdır."