Spoiler içeriyor
Metaforları sever misiniz? O zaman gelin birlikte Alican Yücesoy'un Taş adlı kısa filmine bakalım. Spoiler uyarısı koydum, ama kısa filmde bu çok da önemli değil diye düşünüyorum. Neyse. Biri gelip topa tutmasın diye baştan uyarayım. Spoiler vereceğim. Film bir doğum…devamıMetaforları sever misiniz? O zaman gelin birlikte Alican Yücesoy'un Taş adlı kısa filmine bakalım.
Spoiler uyarısı koydum, ama kısa filmde bu çok da önemli değil diye düşünüyorum. Neyse. Biri gelip topa tutmasın diye baştan uyarayım. Spoiler vereceğim.
Film bir doğum sahnesiyle başlıyor. Bir erkek bebek dünyaya geliyor, adı Muzaffer. Muzaffer bebek doğar doğmaz eline küçük bir taş sıkıştırıyorlar. Bakıyoruz ki herkesin elinde bir taş hatta kaya var. Evet, bireylerin yaşları büyüdükçe taşıdıkları taşın boyutu da büyüyor. Biz filmde 12 dakika boyunca Muzaffer'in büyümesine aynı zamanda taşının da büyümesine şahit oluyoruz. Muzaffer'in hep merak ettiği bir şey var. Taşı bırakırsam en fazla ne olur?
''Taşı bırakırsa ne olur?'' kısmına geçmeden önce biraz taş metaforundan bahsedelim. Taşı iki açıdan değerlendireceğim. bakarsak geleneklerimizi, üstümüzdeki toplum baskısını, bırakamadığımız alışkanlıklarımızı, ‘elalem ne der?’i, bize dayatılan hayatı temsil ediyor. İnsanlar taşı bırakırlarsa başlarına felaketlerin geleceğine inanıyorlar. Toplumun yarattığı dayatmalardan sıyrılan biri olursa onun kötü şeyler yapacağına inanıyorlar. Geleneklerden uzaklaşırsak bozulacağımızı düşünüyorlar. Hayatları boyunca da yeterince düşünmeden, etmeden yaşayıp üstlerinde büsbüyük bir baskıyla ölüyorlar.
Özgürlüklerin kısıtlı olduğundan dem vuruyor. Kimsenin yeterince özgür olmadığından. Mesela televizyonda bir eylem haberi var. O haberde bile insanların ellerinde taşları var. Bir şeyler için eylem yaparken bile başka bir şeyin baskısını, taşıma zorunluluğu hissediyorlar. Evde, okulda, pazarda, televizyon programlarında hep böyle. Böyle de sürüp gidiyor.
Gelelim taşı değerlendireceğim ikinci açıya. Din. Fakat bunu sadece İslamiyet olarak algılamayın. Dünyanın birçok yerinde inançlar böyle işliyor. Aile veyahut bulunan toplum dinine çok bağlıysa kendinden olmayanı istemiyor. Çocuk ailesi, içinde yaşadığı toplum hangi dine mensupsa onun üyesi olarak dünyaya geliyor. Sorgulamasına, başka taraflara yönelmesine izin verilmiyor. Hepsi bir tarafa kendisine dayatılan inancı bile yeterince tanınmasına izin verilmiyor. Kişi yaşamı boyunca neye neden inandığını ve itaat ettiğini bilmeden ölüp gidiyor.
Sıra geldi finale. Muzaffer'in artık isyan bayrağını çekip taşı bıraktığı kısıma. İnsanlar dehşetle bakıyorlar. Korkuyorlar. Muzaffer taşını bırakıp yüklerinden kurtulduğu anda da kendi taşlarıyla onu öldürüyorlar. Kendilerine dayatılan toplum baskısıyla, dayatmalarla, ne olduğunu bilmedikleri inançlarıyla öldürüyorlar Muzaffer'i. İşte toplum kendisi gibi olmayanı, değişim için adım atanı bir şeyler yapmak isteyeni istemiyor. Ya taşlıyor ya da tamamen yok sayıyor.
Değişimden korkmayı, inançları sorgulamayı, toplum baskısını, insanların bırakmadıkları yükleri gayet iyi anlatmış. Biraz tuhaf gelebilir, biraz amatörce de gelebilir. Yine de izlemeye değer bir kısa film.
Bu arada Muzaffer ‘‘zafer kazanmış, galip gelmiş, başarmış kişi’’ demek. Muzaffer her ne kadar toplum onu yok etse de başardı. Yüklerinden kurtuldu. Zaferini kazandı.
Bayadır doğru dürüst dizi izleyemiyor, kitap okuyamıyorum. Film desen zaten hak getire. Havalar çok sıcak olunca benim beynimin pili bitti.
2 gündür attığım bağımsızların bir telafisi olsun. En kısa zamanda bir kitap bitirip inceleme atmak istiyorum. Bakalım, nasip kısmet.