Hem bu kadar çok övüldüğü hem de Lütfü Zivaneli'nin(!) Huzursuzluk romanını sevdiğim için epey merak ettiğim bir eserdi Serenad. Sonunda okuma fırsatı buldum. Kitap bitti, ben de bittim. Okurken ne kadar zorlandığımı anlatamam. Bir noktadan sonra kitap bitsin diye kendimi…devamıHem bu kadar çok övüldüğü hem de Lütfü Zivaneli'nin(!) Huzursuzluk romanını sevdiğim için epey merak ettiğim bir eserdi Serenad. Sonunda okuma fırsatı buldum. Kitap bitti, ben de bittim. Okurken ne kadar zorlandığımı anlatamam. Bir noktadan sonra kitap bitsin diye kendimi zorlamaya çalıştım, bir taraftan da okumak istemiyordum. Garip bir duruma girip bitirdim kitabı en sonunda.
Yani kötü bir kitap denilir mi bilmiyorum, okurken zevk aldığım ve merak ettiğim yerleri de oldu. Lâkin kitap beni itti. Herhalde ''en balon kitaplar'' diye bir liste oluşturmak gerekse Serenad'ı hiç düşünmeden o listeye koyardım. Daha ilk başlarında 'neyi bu kadar abartılıyor?' diye sorgularken buldum kendimi. Okudukça açılacak, seveceğim diye düşündüm, ama öyle olmadı.
60 yıllık bir aşk hikâyesini bizlere sunuyor kitap. Yahudi kızı Nadia, Alman profesör Max Wegner arasında geçen aşkı. Tabii o ikisinden söz etmiyor. O ikisinin hikâyesine gelen yolda Ermeni sorunundan, Kürt sorunundan, faşizmden dem vuruyor. Zülfü Livaneli herhalde tüm anarşik düşüncelerini kitap yoluyla aktarmak istemiş.
Bu kadar ilgi çekici bir konuya sahip bi' kitap en fazla bu kadar kötü bir betimleme ve anlatımla anlatılabilirdi. Maya Duran'ın yaptığı her şeyin tekrar tekrar ve tekrar yazılması beni çok bunalttı. Aynı cümle bazı yerlerde defalarca kez tekrar edilmişti. Ara ara okuduğum sayfayı tekrar mı okuyorum acaba diye yanılgıya bile düştüm. Duş aldı, saçını taradı, üstünü giyindi, adım attı, durdu, kalktı, ağzını açtı, kapattı... Yani gerek var mıydı böyle her şeyi betimlemeye? Kitabı uzun tutmak için yoğun bir çabaya girmiş ama bunu yaparken de hafiften dozu kaçırmış gibi hissettirdi Livaneli.
Maya Duran'ın tuvalete girmesinden tutun ağzına bir parça ekmek atmasına kadar her şeyin betimlemesini, tasvirini okumak yerine babaannenin, anneannenin hatta Nadia'nın ağzından bir şeyler okumak, onların gençliklerine gitmek bu 3 kadını daha yakından tanımak isterdim. Evet, kitap bu 3 kadını anlatıp tanıtıyor. Onların yıllara meydan okumuş. acı hikâyelerini bizlere sunuyor. Lâkin yeterince değil.
Devlet sorunlarına, insanlık suçlarına, Nazizm'e değinen bir kitaba bir karakter ağzından anlatım pek yakışmamış açıkcası. Okurken çok sıkıldım dediğim gibi.
Bu kadar gereksiz detaylarda boğulmamış olsa konu bakımından güzel ve ilgi çekici bir eser. Anlatım açısından ise sınıfta kalmış. Konudan ziyade o konuyu nasıl aktardığın önemli olduğu için maalesef bu eser benim için abartılanlar listesinin başlarında yerini aldı. Listede başka hangi kitap var derseniz henüz başka bir kitap yok.