Deniz gibi durgun, lâkin derinine inip düşündüğümüzde Karadeniz'in dalgaları kadar hırçın bir film. Evet, düşündüren bir film. Hem de hayata, yaşama, sevgiye dair. En sevdiğimden. Eğer hayatınızın buhranlı, kötü bir dönemindeyseniz izlemenizi tavsiye etmem. Çünkü film sizi tetikleyebilir. Öyle hayatın…devamıDeniz gibi durgun, lâkin derinine inip düşündüğümüzde Karadeniz'in dalgaları kadar hırçın bir film. Evet, düşündüren bir film. Hem de hayata, yaşama, sevgiye dair. En sevdiğimden. Eğer hayatınızın buhranlı, kötü bir dönemindeyseniz izlemenizi tavsiye etmem. Çünkü film sizi tetikleyebilir. Öyle hayatın güzel yanlarını gösteren, çiçek, böcek, pembe bir film değil. Zorluyor, düşündürüyor. Düşündürdükçe daha da zorluyor. Peki film ne anlatıyor? Az çok ne anlattığı hakkında fikir sahibi olmuşsunuzdur. Yine de aklında bir şeyler oluşmayanlar için filmin konusundan kısaca bahsedip kendi düşüncelerime geçeyim.
Ramon gençken denizde geçirdiği bir kaza sonucu felç kalmış orta yaşlı bir adamdır. Vücudunun hiçbir yanını kullanamayan Ramon böyle yaşamanın anlamsız olduğunu düşünmektedir. Bu yüzden ötenazi ile yaşamının sonlandırılmasını ister. Ailesinin bu fikre karşı çıkmasının yanında yasalarla da desteklenen bir şey değildir ötenazi. Neden intihar etmiyor diyecek olursanız da kolları da dahil vücudunun hiçbir yerini kullanamadığından bunun için birinin yardımına ihtiyacı var. Eh başkasının gerçekleştirdiği öldürme eylemi de cinayet oluyor. O sebeple yasal olarak ötenazisini kabul ettirmek zorunda.
Yaşam savaşı, hayata tutunmak, hayatın tüm karanlığı içindeki aydınlık yanlarıyla ilgili çok film izledim, izlemişimdir. Lâkin ilk defa ölmek için yasalarla savaşan bir adamın filmine denk geldim. Bazı konularda etkiledi, bazı konularda etkilemedi. Onlara da değinmeye çalışacağım. Tüm bunların yanında farklı bir iş izlemek beni memnun etti.
Ramon bu süreçte iki kadınla tanışıyor. İlki avukat olan Julia. Julia Ramon'un ötenazi fikrini destekleyip yasalarla desteklenmesi için çabalarken diğer tarafta ise Rosa vardır. Rosa ise ne olursa olsun Ramon'un yaşaması gerektiğini düşünmektedir ve ona yaşamın güzelliklerini göstermek ister.
İki kadın da Ramon'u sevdiğini iddia ederken asıl sevenin kim olduğunu düşündüm. Sevdiği adamın kararına saygı duyup bunu gerçekleştirmek isteyen Julia mı? Yoksa sevdiği adamı yaşatmak isteyen Rose mi? Bir cevap bulamadım. -Belki sonunda aklınızda bir fikir olabilir. Bunun hakkında konuşmayacağım.- Düşününce iki kadının da kendince haklı yanları vardı. Julia bir hastalıktan muzdarip ve ölüme yakın bir kadın. Bu şekilde yaşamanın nasıl olduğunu anlayabildiği için Ramon'un ölüm isteğini destekliyor. Rosa ise çocukları sayesinde hayata bağlı olan pozitif bir kadın. Yaşamdaki güzellikleri görebiliyor ve Ramon'dan da bunu bekliyor. Kendimi her iki kadının da yerine koydum, ikisinin de istekleri bir noktada mantıklı geldi.
Neyse bu sevgiler hakkında konuşup filmin asıl gerçeği olan ölüm fikrine geçeceğim.
Julia'nın yaklaşımı her ne kadar mantıklı gelse de tavsiye edeceğim bir yol olmadığından onun sevgisi hakkında konuşmayacağım. Ben kendimi yakın hissetmeye çalıştığım -çalıştığım diyorum çünkü o yakınlığı alamadım- Rose'nin sevgisi ve eylemleri hakkında konuşacağım. Rose'dan Ramon'u hayata bağlamak için bir eylem göremedim. Ramon'un doğru dürüst yanında bile olamadı. İki çocuklu dul bir köylü kadın olmasının verdiği etkiyle kendisini Julia'dan aşağıda görüyordu, bu yüzden Ramon'a yeterince yaklaşamadı ve bu anlamda bir çaba göstermedi. Ramon'a ilk tanıştıkları anda verdiği sözü tutmasını, en azından tutmaya çalışmasını beklerdim. Film negatif bir yapım. Evet, hayatın pembe taraflarını göstermemeye yemin etmiş. Belki yönetmenin, belki senaristin -ikisi aynı kişi olabilir, hiç bakmadım- buhranlı bir dönemiydi. Lâkin böyle pozitif bir karakter çizilecekse bunun hakkının verilmesini beklerdim. Yeterince pozitif çaba göremedim Rose'dan. Bu sebepten ötürü de sözünü ettiği sevgiyi pek de hissedemedim.
Ramon ne Rose ile ne de Julia ile yeterince yakın değildi. Aklına ölümü koymuş ve bunun için yasalarla savaşan bir adamın aşk düşüneceğini sanmıyorum tabii ama içinde bunu barındırıyorsa karakter ilişkilerini derin görmek isterdim. Bu kadar uzak değil. Tanışmaları çok kısa sürdü. İki kadının Ramon'u sevmesi kısa sürdü. İkisinin de kendince çabaları kısa sürdü. Film 2 saat ama sevgi meseleleri epey kısa sürdü. O derinliği görmek lazımdı.
Gelelim ölüm meselesine... Böyle bir filmde gelmesek olmaz. Filmi izlerken bunun hakkında çok da düşünmemiştim. Ta ki mahkemede avukatın ''Laik bir ülkede ölme özgürlüğü elinden alınıyor.'' cümlesine kadar. Tam olarak böyle bir cümle kurmadı sanırım avukat bey. Pek hatırlamıyorum, ama buna yakın bir şeydi. En azından buna benzer bir cümle. Neyse bu cümle beni düşündürdü. Laik bir ülkede insanların ölüm özgürlüğünün elinden alınması... Yasaları koyanlar tüm insanların hayatını çok mu düşünüyor? Yoksa inançları mı böyle bir şeye destek vermesine engel oluyor? Ölüm gerçeğinden neden bu kadar uzağız? Hayatı çok mu seviyoruz? Yoksa ölümden sonra karşılacaklarımız mı bizi korkutuyor? Sorular uzar gider. Cevaplar ise herkese göre değişir. Yasaların önündeki engel ise inanç. En azından filmde böyle anlatılıyor, anlatılmaya çalışılıyor. En başında dediğim gibi bazı konularda etkileyen bazı konularda etkilemeyen bir film. Tetikleyici olduğu aşikar.
Çok buhranlı bir yazı oldu. Oysa böyle buhranlı, dramatik bir insan değilim. Herkes gibi benim de kötü anlarım, dibe battığım, düştüğüm oldu. Ertesi gün kalkıp çay koyduk.
Herhalde hepimizin içinde bir yerlerde bir deniz var. Kimimiz o denizde birilerini ağırlıyoruz, kimimiz sakinliğini yaşıyoruz. Kimimiz ise hırçınlığıyla boğuşmaya çalışıyoruz. İçinizdeki deniz hakkında düşünmek, özgürlüğe ve aşka farklı bir noktadan bakmak isterseniz buyrun izleyin.