Geçenlerde verdiğim ani bir kararla İş Bankası Yayınları'nın #reklam Türk Edebiyatı klasikleri dizisini okumaya karar vermiştim. Herhangi bir sırayla gitmiyor, rastgele seçiyorum kitapları. İlk kitabımda -daha önceden okumuş olduklarımı saymazsam- Ahmet Mithat Efendi'nin Müşahedat adını verdiği bu eseri oldu. Okumamış…devamıGeçenlerde verdiğim ani bir kararla İş Bankası Yayınları'nın #reklam Türk Edebiyatı klasikleri dizisini okumaya karar vermiştim. Herhangi bir sırayla gitmiyor, rastgele seçiyorum kitapları. İlk kitabımda -daha önceden okumuş olduklarımı saymazsam- Ahmet Mithat Efendi'nin Müşahedat adını verdiği bu eseri oldu. Okumamış olsak bile bu isme herhalde edebiyat derslerinden hepimiz aşinayız, yazı makinesi Ahmet Mithat Efendi. Ben de kendisinin kalemiyle ilk kez tanıştım.
Ahmet Mithat Efendi, kitapta bir roman karakteri olarak kendine de yer veriyor. Olayları bizlere anlatırken kendisi de romandaki karakterlerle derin dostluklar kuruyor. Bir yandan da kitap yazmaya çalışıyor, bu dostlarının hayatı hakkında. Tabii onların da bilgileri ve yardımları dahilinde. Kitap bazı kesimlerce aşk romanı olarak anılsa da tam olarak aşk romanı demek mümkün değil. Evet içerisinde çarpık ilişkiler, gönül meseleleri var fakat aşk romanı denilecek bir roman değil. Daha çok bireysel ve toplumsal sorunlar ışığında bir anı kitabı gibi. Ahmet Mithat Efendi, kitaba kendini öyle bir yedirmiş ki okurken ''acaba gerçekten böyle bir şey yaşadı mı?'' diye düşünmeden edemedim. Sadece anlatıcı olsaydı, ilahi bakış açısıyla anlatsaydı veyahut kitaptaki bir karakterin ağzından anlatsaydı bu düşünceye kapılmazdım. Lâkin kendini de direkt olarak içine soktuğu için bir düşündürmedi değil.
Kendisini romana sokmuş ama olayların merkezine almamış, daha çok gördüklerini duyduklarını ve diğer karakterlerle münasebetlerini anlatıyor. Zaten kitabın adı olan Müşahedat'ta gözlemlemek demek. Gözlemlerini aktarıyor kısacası Ahmet Mithat Efendi.
Kitaptaki karakterlerin özenilesi bir hayatı vardı aslında. Zevkler aleminde bayağı güzel yaşıyorlardı. Sürekli eğlenceler, vur patlasınlar, çal oynasınlar. Eh entrika ve hüzünde vardı ama çoğunluk insanın canını çektiren bir yaşam tarzıydı. Şu entrikaları, arka planda dönen olayları daha fazla okumak isterdim. Yazar kitaba kendisini dahil ettiği ve gözlemlerini, duyumlarını anlattığı için bazı şeyler tam anlatılmamış, anlatılamamış daha doğrusu.
Kitaptaki karakterleri hayal etmem zihnimde canlandırmam pek de zor olmadı, çünkü yazar hepsini de neredeyse eksiksiz tasvir etmiş, bunun dışında birçok mekanı da tasvir etmiş. Yaşanılanları, karakterlerin geçmişlerini, kim olduklarını bildiği kadarıyla eksiksiz anlatmaya çalışmış. Ara ara kendinden de söz etse de daha çok Siranuş'a, Agavni'ye, Refet'e değinmiş. Bunlar ve bunların geçmişlerinde şimdilerinde yaşananlara.
Bu kadar gözlemlemenin arasında betimlemede birazcık fazlaydı. Aslında çok da rahatsız edici boyutta olmasa da bu kadarına gerek yoktu dedirtti.
Ahmet Mithat Efendi kitapta karakter tahlillerini başarılı bir şekilde yapmış. Anlatımda güzeldi. Fakat sürükleyici, merak uyandırıcı bir hikâye değildi. Olay örgüsü dağınık olmasının yanına sıra kestirilebilirdi. Bir polisiye, gizem romanı değil, kestirilebilir olmasını normal karşılayabilirim ammavelakin kitaptan derli topluluk beklerdim. Karakterlerin şimdileriyle geçmişleri arasında gidip gelirken yazar bir ondan bir buna koştururken bir yandan kendinden bahsetmeye çalışırken bayağı bir kafası dağılmış. Bu kadar çok eser ortaya koymuş bir yazardan böyle bir dağınıklık beklemezdim. Eh bu eser ne kadar derli toplu yazılır orası da muamma.