Spoiler içeriyor
(Filmi hazırlıklı izlemek isterseniz okuyun ama bilmeyeyim derseniz ilk üç paragraf harici okumayınız) Bazen bazı filmler, öncesinde bir hazırlıkla izlenmelidir. Bizi neyin bekleyeceğini bilmemiz ve kendimizi ona göre hazırlamamız için, bu hatrı sayılır şekilde gereklidir. Bu düşüncemi fazlasıyla pekiştiren bir…devamı(Filmi hazırlıklı izlemek isterseniz okuyun ama bilmeyeyim derseniz ilk üç paragraf harici okumayınız)
Bazen bazı filmler, öncesinde bir hazırlıkla izlenmelidir.
Bizi neyin bekleyeceğini bilmemiz ve kendimizi ona göre hazırlamamız için, bu hatrı sayılır şekilde gereklidir.
Bu düşüncemi fazlasıyla pekiştiren bir film deneyimi ile geldim bu sefer.
Filmimiz iki deniz feneri bekçisinin bir adada mahsur kaldığı uzun ve yorucu bir süreci ele alıyor normalde. Yoruculuktan kastım ise, tamamen zihinsel ve ruhsal olarak düşünülebilir.
Ki zaten bu ilk göze çarpan senaryo gerçek bir hayat hikayesinden uyarlama. 1801 yılında yaşanmış bir olaydan esinlenerek yönetmen bu filmi çekiyor fakat bir farkla; mitoloji malzemesini karanlık bir atmosferle harmanlayarak acı fakat etkileyici bir lezzet oluşturmayla...
Biraz bundan bahsedelim, illaki Prometheus ve Proteus'u duymuşsunuzdur; en azından Yunan mitolojisine ilgiliyseniz. Proteus, formunu istediği zaman ve istediği şekilde değiştirebilen bir deniz tanrısı. Sürekli gel gitleri olan, o şeyden bu şeye dönüşüp duran bir tanrı. Filmimizdeki yaşlı denizci Thomas Wake, işte tam olarak bunun temsili. Bir gülüp bir ağlayan, öfke saçarken babacan tavır sergileyen, genç bekçinin gördüğü halüsinasyonlarla gerçekten de bir dönüşümün yaşandığını anladığımız o kişi. Özellikle hayat hikayesindeki onlarca tutarsız anı da, olmak isteyip aslında olamadığı, yalnızca istediği şeyleri olmuş gibi gösteren bir nevi tutarsız yabancılığının bize yansıyışı..
Şimdi de Prometheus'a gelelim. Balçık ve sudan yarattığı insanları bir o kadar seven Prometheus insanların aciz haline dayanamaz ve onlara ateşi bahşeder. Tabi bu ateş tanrılar tarafından çok kutsal sayıldığı için insanlara verilmiş olması Zeus'u çileden çıkarır ve Prometheus'u cezalandırır. Cezada bilmemiz gereken kısım, kartallar tarafından düzenli olarak karaciğerinin yeniliyor olmasıdır.
Bu daa Ephraim Winslow karakterimiz işte.
Sürekli bu iki karakter arasındaki çatışmaları izliyor, ilk başta uyumlu tavır sergileyen Ephraim'in nasıl da yavaş yavaş kendi istekleri için aklını kaybettiğini görüyoruz. Hazza ulaşmak için verdiği içsel savaş bir yandan yaşlı denizciyle engellenirken diğer yandan içini kemirip duran bir düşünceye dönüşüyor.
Verdiği metaforların aktarım şekilleri o kadar muazzamdı ve filmin siyah beyazlığı, fırtınanın içinde olan o gericiliği o kadar harikaydı ki bambaşka bir seyir zevki yaşıyorsunuz.
Arkadaki fon müziği; dalgalar, deniz feneri, deniz kızları ve rüzgarın sesinden oluşuyor. Aslında rahatsız etse de insanı, bir o kadar da büyülüyor.
Özellikle yaşlı bekçinin tiratlarında nefesimi tutmuş, genç bekçide ise psikolojisini dibine kadar hissetmenin verdiği ağırlığı tatmıştım.
Ve oyunculuklar...o kadar fevkaledeydi ki, sözcüklere dökemiyorum bile şuan. Mükemmel ötesiydi.
Altlarında yatan daha onlarca imge bulunsa da, hepsine değinecek olursak sayfalar boyu yazmamız gerekir. Misal deniz feneri, yaşlı bekçinin tavırları ve daha pek çok şey; aslında bambaşka şeyler aktarıyor seyirciye.
Siz iyisi mi izleyin, ve yatan anlamları kendiniz özümseyin.
En çok üzüldüğüm bu kısım zaten, sondaki sahneyle bir aydınlanma yaşadım ben. Oturup o zaman araştırdım mitolojiyle arasındaki bağı ve yavaş yavaş farkına varmakla tadını aldım.
İlk başta sevilmeyecek gibi durabilir lakin anladıktan sonra, çekimlerini kalitesini gördükten sonra...işte o zaman bambaşka bir yapıtla karşı karşıya olduğunuzu anlayacaksınız.
Kesinlikle tavsiye edeceğim bir film, bu deneyimi yaşamalısınız derim🌊
Şimdiden iyi seyirler ~•°