Spoiler içeriyor
Mezar taşı Martılar olmuş Denizcilerin Aziz ruhlarına... Bir haftadır yemek yemekten bile vakit çalıp okuduğum, iş yerine götürüp beş dakikalık dinlenmelerimde satır satır okuduğum güzeller güzeli kitabım bitti. Boro çifti için üç yıl süren yolculuk benim için bir haftada tamam…devamıMezar taşı
Martılar olmuş
Denizcilerin
Aziz ruhlarına...
Bir haftadır yemek yemekten bile vakit çalıp okuduğum, iş yerine götürüp beş dakikalık dinlenmelerimde satır satır okuduğum güzeller güzeli kitabım bitti.
Boro çifti için üç yıl süren yolculuk benim için bir haftada tamam oldu. Sanki onlarla birlikte gezdim, onlarla birlikte tanıştım insanlarla.
Ahh o kadar güzel ki, o kadar güzel ki... Yelkenliyle dünya turu... Nesin sen dünyanın en güzel rüyası mı?
Denizlere, balıklara, okyanuslara ve gezmeye karşı olan aşkım kabardıkça kabardı okurken.
Hep hayalim bir gemide çalışmak, koca dalgaları seyredip kamaramda battaniyem ile ısınmaktı. Pupa Yelken'i okumadan önce kendimce bir tekne alabilir, balıkçılık yaparak koy koy gezebilirim, türü hayalim yeni yeni filizleniyordu. Kitabı keşfettiğimde işte bu dedim. İşte senin hayalin... Alıp okumamla içim umutla doldu.
Bana hemen her yeni tanıştığım kişi 'hayalperest' dedi. 'Bunlar ancak hayallerde olur' dediler. Hayır, onlar bunu gerçekten yaşadı. Dev dalgalarda, dümen ellerinde, sigara dudaklarında, başları birbirinin omzunda, dünyayı gezdiler.
Kitap eve ilk geldiğinde madırım okumak istedi. Peki, dedim. Zaten halihazırda okuduğum bir kitap vardı. Sonra birazcık bakayım derken kitap elimden hiç düşmedi. Hatta sayfalarda kaçırdığım yer olmasın telaşından çifter çifter okudum. Coğrafi bilgim bir haftada ikiye katlandı. Teoride de yelkenli kullanmayı öğrendiğimi düşünüyorum, biraz pratik kafi(!). Onlar yolculuk yaparken açıp açıp haritadan rotalarını takip ettim.
Denizciliğe karşı ilgi tohumları ekmekten bahsetmiş Sadun Boro, ya içimizdeki tohumlar büyümüş, sarmaşık olmuş, tüm ruhumuzu sarmışsa?
Boro ailesi ile kendimi bağdaştırmak o kadar kolay oldu ki. Oda'nın öğretmen oluşu, terzi olması, yemek yapmayı sevmesi... Sadun'un her bölgenin tipine uyumlu kara kaşı kara gözü :), dalgalara olan aşkı, zorluklardan aldığı haz, yemekten aldığı keyif...
En tatlısı da birlikte bir hayal kurmaları ve bunun için çabalamaları. Evlilik merasimleri bile o kadar tatlı ki. Kitabı okurken okyanuslara mı hayran kalayım onların aşkına mı bilemedim.
Sadun Boro çocukluğundan beri bu hayale sahip. Oda'nın da bu hayali kurması üzerine evlenmeye karar veriyorlar. Nikah davetiyelerini gazetede Sadun'un bekarlığının cenazesi şeklinde ilan ediyorlar. Hatta Sadun, nikah defterini imzaladığı kalemi kırıyor. Nikah şekeri olarak da sarımsak dolgulu şekerlerle eğlencesini sürdürüyorlar merasimin. Sadun Boro, evliliklerini 'iki başlı dört ayaklı oluşumuz' şeklinde tanımlıyor. Bu o kadar tatlı ki...
Sonrasında iki yıl birlikte çalışıp para biriktirmeye devam etmişler. Bir iki sponsor bulup çeyizlerine kadar sattıktan sonra hepsini birleştirip Kısmet'i almışlar. Emek emek kokan bir yelkenli...
"Biz de, Kısmet inşa edilirken iki yıl, uzun kış gecelerinde oturup çıkacağımız bu dünya seyahatinin programını, bu mevzuda lüzumlu bütün kitapları defalarca okuyarak hazırlamıştık."
Farklı coğrafyalarda doğup aynı hayali kurup bu hayali birlikte gerçekleştirmek için çalışıp sonunda birlikte başardığın biriyle sarılıp uyumak nasıl bir histir acaba? Hayat doldum kitabı okurken...
Aklıma Yukarı Bak filmini getirdi. Onların da ortak bir hayali vardı ama bir türlü düze çıkamıyorlardı. Yine de birlikte tutkuyla o hayali kuruyorlardı: "Cennet Şelaleleri". Oldu olmadı, sonuçta birlikte bir hayal kurdular ya, çok güzel.
Kitapta en çok hoşuma giden şeylerden biri Sadun Boro'nun, Oda'dan en çok kuzinada yaptığı yemeklerden ötürü bahsetmesi. Erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer sözünün canlı örneğiydi kendisi. Enfes bir pasta, bir fırında makarna, bir ekmek, bizim aşçıbaşı... Oda'nın tarifiyle yarın kesinkes o ekmeği yapacağım.
Ve Oda'nın terziliği sayesinde yelkenleri sık sık dikip kurtarması çok hoşuma gitti. Terziliğimin denizlerde bana lazım olacağını hiç düşünmemiştim.
Ve kitap boyu Sadun'un yer yer Oda'ya yaptığı dokundurmalar... Özellikle de yerli dansözlerden bahsederken 'kırbaç vücutlu kızlar' demesi... Odacım, boğmak istersen desteğe geliriz :))
Ah anlatacak o kadar çok şey var ki, birçoğu içimde kalacak.
Kitapta en sevdiğim şeylerden biri de Sadun Boro'nun balıkları ve yediği yemekleri anlatırken cömert oluşu. Balıkları lezzetleriyle, şekilleriyle ve renkleriyle anlatması, yerlilerin yaptığı yemekleri materyalleri ile tanımlaması, meyvelerin tatlarını benzetmesi... Hepsini işaretledim, deneyeceğim. Limonla verdiği tarifleri ve limonata ile yaptıkları keyifleri anlatması da ayrıca dikkatimi çekti.
Yine yaptığı benzetmeler beni çok eğlendiriyordu. Kısmetten 'ıstakoz tabağında kıyı çağanozu' diye bahsetmesi, güzel kızlardan bahsettikten sonra eşi için 'bizim jandarmanın nezaretinde' demesi, hepsi de çok tatlıydı.
Ticaret rüzgarlarına daldıktan sonra söylediği şu söz: "Hey Allahım ne güzel günlerdir o, yalnız senin varlığın ve yarattığın tabiatla başbaşa geçen anlar..." erkeklerin her nasıl hayat benimserse benimsesin duydukları bu azapsız iman çok hoşuma gidiyor. Yaradılış olarak, daha kaygılı kadınların bu şekilde kılçıksız bir iman etmesi gözüme daha zor geliyor.
Banyo konusu da ilgi çekiciydi. Güvertede sabunla yağmur beklemeleri, olmadığında deniz suyu ile yıkanmaları, ekvator çizgisinde eski gemici adetine uyup yıkanmaları... İlginçti, hoşuma gitti.
Tropikal iklimde incir ağacı olmaması çok dikkatimi çekti ayrıca. Biraz sevdiğim bir meyve, ne demek yok? Ayrıca adalılara hediye etmek için yanlarına küçük hediyelikler almalarını çok sevimli buldum. Ponçiklerim benim.
Kitapta şaşırtıcı olan şeylerden biri de adalıların ahlak anlayışı ve yaşam biçimleri. Bu adamlar için tabirde tembel diyebiliriz. Çalışmayı sevmeyen, zevklerine düşkün insanlar. Aldatmanın olmadığı bir ahlaki düzen. Yani aldatma diye bir kavramın olmadığı, istedikleri kişiyle birlikte olup evlat edinmekten keyif aldıkları için de bu ilişkilerden olan çocukları problem etmeyip soylarına dahil etmeleri...
Daha ilginci Fransızların her adaya ulaşıp itina ile kilise ve okul dikip misyonerlik faaliyetlerinde bulunmaları. Gerçekten dindar Fransızlar başka bir alem. Kötü manada demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Adamlar cidden insancıl, net olarak sömürmemişler o dönem, hep hizmet götürmüşler. Adaların çoğu dinlerine geçmiş. Okuduğum başka bir kitapta da dindar Fransızlar'dan bu şekilde bahsediyorlardı.
Ama ilginç bir hadiseden bahsedeyim kitapta geçen. Bir din adamı adını şu an hatırlayamadığım bir adaya gidiyor ve oraya Hristiyanlık'ı anlatıyor. Halk bunu kabul edip din değiştiriyor ve birlikte görkemli bir kilise yapıyorlar. Adalıların bir adeti varmış o dönem. Büyük bir mabed yapınca içlerinden birini kurban ederlermiş. Bakıyolar birbirlerine, yok hiçbirimiz bu güzel kilise için layık değiliz, diyorlar. Ve misyoneri kilisenin önünde tanrılarına kurban ediyorlar. Bunu okurken çok güldüm Allah affetsin. Aslında bu din taşıma mevzunda müthiş muhabbet döner de kitabı anlatmaya devam etmek istiyorum.
Yelkenliyle dünyayı turlamanın en güzel taraflarından biri zaman zaman insanlardan izole olup zaman zaman da sosyal bir ortamın içinde bulunmak olsa gerek. Adaya indiklerinde sosyal, gemiye bindiklerinde izoleler. Üstelik tropik iklim, 'sımsıcak' hava ve günlerce yolculuk yapabilme imkanı... huzurun mavi hali...
Sadun Boro'nın Polonezyalı kadınları, onların ahlak anlayışını iştahla anlattığı halde eşine duyduğu sadakat tuhaf ama hoşuma gitti. Bir erkeğin olgun hali böyle bir şey sanırım. Sorumluluğunun farkında fakat arzularını ifade edebilecek kadar gerçek. Baskı altında değil. Bilmiyorum bence hoş. Karakterli bir erkek hissiyatı veriyor. Bende oluşturduğu sempatinin büyük çoğunluğunu eşiyle arkadaşlığı sağladı sanırım.
(Bu paragrafı not almışım, paylaşmasam olmazdı, üzgünüm)
Kondominyum adasının üç yönetimin olması, komik (üçlü olsun güçlü olsun) adanın ismi çok manidar... Sjsjs
Kitapta, yamyamlardan sık sık söz ediyorlardı. Bir bölümde yamyamların gece gelip onları alıp pişirmelerinden korkuyorlar ve ellerinde de sert eti yumuşatmak için kullanılan bir toz varmış. Oda: "Seni pişirmek için iki kamyon odun lazım. Şu tozdan bir paket götürelim de adamları uğraştırma." diyordu.
Bir kadının eşine yapabileceği en iyi şaka budur sanırım, aşırı tatlılar, aşırı.
Oda tam bir slayy girl zaten. Tarzını çok seviyorum. Anadolu'da benimsediğim tarz mevcut halim olabilir ama kimse kusura bakmasın yelkenlimde imaj makerım Oda ve onun tarzı. Pakistandaki baloda giydiği beyaz topukluları... Girl, hem ikon hem idolsun. Yelkenliye topuklu ayakkabı getirmek mi... my girl.
Ayrıca Sadun Boro'nın Oda'yı güvertede hiç çekmeyip hep çarşı pazarda çektiğini fark ettim. Kendisi güvertede çoğu zaman üstsüz. Muhtemelen daha rahat kıyafetleri var Oda'nın da ve bunları yayınlamamış. Bu hoş bir kıskançlık izlenimi uyandırdı. Ahh bilmiyorum belki de aralarındaki aşktan aşırı etkilendim, her ayrıntı tatlı ve huzurlu geliyor.
Yazının devamı yorumda ---->