Spoiler içeriyor
Kitap üç hikayeden oluşuyor ve her hikaye üç kişilik bir ailenin her bir bireyinin bakış açısıyla yazılmış. Ben kitabı bitirdiğimde herkesin kendi çapında haklı olduğunu düşünmüştüm tabii Hüseyin biraz daha geri plandaydı ama onun da haklı olduğu yanlar vardı. İlk…devamıKitap üç hikayeden oluşuyor ve her hikaye üç kişilik bir ailenin her bir bireyinin bakış açısıyla yazılmış. Ben kitabı bitirdiğimde herkesin kendi çapında haklı olduğunu düşünmüştüm tabii Hüseyin biraz daha geri plandaydı ama onun da haklı olduğu yanlar vardı.
İlk hikaye Hüseyin Hüsnü Şen:
Bir bankada şef olan Hüseyin'in müdür olma arzusunu ve bir arabaya sahip olma isteğiyle yanıp tutuşmasını görüyoruz. Hatta her sarhoş olduğunda ayaklarının onu götürdüğü bir otomobil galerisi var, usulca o camdan içeri bakıyor ve sadece arabaları izliyor. Yıllarca çalışmış ama bir araba alacak birikim elde edememişti en çok da buna üzülüyordu. Müdür olamamasındaki en büyük etken yabancı dil bilmemekti bu yüzden de oğlunu dil kurslarına gönderiyor, en azından diplomasını alıp yüksek gelirli bir iş yapmasını istiyordu ama oğlunun aklı bambaşka çalışıyordu.
Hüseyin ailesine karşı yabancılaşmıştı ne eşiyle vakit geçiriyor ne de oğluna iyi bir baba olabiliyordu tek yaptığı şey işten sonra gittiği bar ve oradan sonra da ayaklarının istemsizce götürdüğü galeri oluyordu.
İkinci hikayeyse Arzu'ydu:
Arzu, Hüseyin'in eşi, Özgür'ün de annesi. Evde varlığını kimseye fark ettiremeyen bir kadın. Geleneksel bir anne figürü dersek daha doğru olacak çünkü Arzu gibi olan bir sürü anne var. Genelde evlenip çocuk sahibi olduktan sonra eve kapanan, hayatının büyük bir bölümünü mutfakta geçiren, çalışıyorsa da ya Arzu gibi erken emekliye ayrılan ya da en baştan çalışma hayatını sonlandıran bir sürü kadın.
Neden kadınlara yüklenen sorumluluk erkeklere yükleneneden daha fazla? Neden kadınların özgürlüğünü kısıtlamak hep daha tercih edilebilir bir durum? Arzu'nun hikayesini okurken çok fazla empati yaptım bu yüzden karakter olarak kendimi en yakın hissettiğim o olmuştu.
Kitabı okumaya başlamadan önce bir aşçının hayat hikayesini okuyacağımı düşünmüştüm hatta ilk olarak banka şefi Hüseyin'i görünce şaşırmıştım bence bu bölüm kitabın ismiyle daha uyumluydu.
Arzu evde bir görünmezdi bu yüzden biraz görünmek istedi ve saçlarını boyattığı bir gün Hüseyin'in fark etmemesi bardağı taşıran son damla oldu. Komşusu Gülşen ile birlikte eşyalarını toplayıp Bodrum'a gitti geriye de sadece bir mektup bıraktı.
Planlarına göre orada aşçı olacaktı ve Gülşen ile birlikte bir lokanta işletecekti ve birazpara topladıktan sonra evine dönecekti. Gülşen'in tanıdığı bir adam aracılığıyla bu planlarını gerçekleştirme yoluna girdiler.
Her şey çok güzeldi, evindeyken yaptığı yemeklerle kimse ilgilenmiyorken burada övgüler alıyor ve çok iyi bir aşçı olduğundan bahsediyorlardı.
En beğendiğim hikaye buydu.
Son olarak da evin tek çocuğu ve babasının sürekli okuyup iş güç sahibi olmasını istediği Özgür'ün hikayesi;
Özgür de ticaretle kafayı bozmuş bir çocuk hatta ilkokuldayken bile arkadaşlarıyla birlikte su, konser bileti, şemsiye... o an neye ihtiyaç varsa satardı. Bu yüzden bu yoldan ilerlemeye devam etmiş ve ailesiyle ters düşmüştü. Köşeyi dönemek uğruna başından geçenlerin anlatıldığı bir hikayeydi.
Özgür ile alakalı en komik olan kısım sanırım tanıştığı kızın ailesi kereste işiyle uğraşıyor diye kıza karşı ilgi duymasıydı. Aşkın içine bile ticareti karıştırmıştı bu yüzden de hiç ilgilenmediği müzelere, sergilere, sinemaya gidiyordu çünkü işin ucunda kerestecilik vardı :)
Kitabın sonu nasıl bitti anlayamadım hatta devamı olacak diye düşündüm. Arzu ne yaptı? Hüseyin nerede?
Yani bir son olmasını bekledim ama sanırım orası da biizm hayal gücümüze kalmış. Çok rahat okunan bir kitaptı ve eğlenceliydi de. Mustafa Kutlu'nun adını hep duyuyordum ama ilk defa bir kitabını okudum. Çok aşırı beğenmedim ama okurken keyif aldım.