Filmin ilk yarım saati benim için tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Belki de beklentilerimi fazla yüksek tutmuştum, ancak bu kadar dağınık, temposuz ve amatörce bir açılışla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. 2000 öncesi yapımlarda anlatımın ağır ilerlediği olur ama burada anlatının omurgası…devamıFilmin ilk yarım saati benim için tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Belki de beklentilerimi fazla yüksek tutmuştum, ancak bu kadar dağınık, temposuz ve amatörce bir açılışla karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. 2000 öncesi yapımlarda anlatımın ağır ilerlediği olur ama burada anlatının omurgası belirsiz, karakterlerin gelişimi tutarsız, olay örgüsü ise neredeyse rastgele ilerliyor. Karakterler ne zaman birbirine âşık oldu, nasıl bu kadar derin bir bağ kurdu ya da bir anda hastalık nereden çıktı ve neden bu kadar hızlı bir vedaya dönüştü? Bu soruların hiçbiri cevap bulmazken, film anlatı akışkanlığını kaybediyor ve izleyiciyi içine çekmekte zorlanıyor.
Bunun yanı sıra elbette karakterler arasındaki bağa dair küçük ama hoş detaylar vardı. Bazı sahneler incelikli dokunuşlar içeriyordu. Ancak ne yazık ki bu detaylar büyük resmi kurtarmaya yetecek şeyler değildi. Film ilginç bir fikir üzerine kurulu olmasına rağmen, bence işleniş açısından oldukça zayıf kalıyor. 2000 öncesi filmlerde her zaman derin karakter analizleri beklemem, fakat burada bu eksiklik fazlasıyla hissediliyor. Karakterlerin iç dünyasına dair en ufak bir ipucu bile verilmediği için onlarla bağ kurmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Üstelik sahneler arasındaki kopukluk, olayların birbiriyle bağlantısını iyice zayıflatmış. Karakterlerin psikolojik süreçlerini anlamaya çalışırken kendimi labirentin içinde kaybolan ve gittiği her yolun çıkmazda son bulduğu bir yerde buldum.
Bence sinema, izleyicisini düşündürmeye teşvik etmeli elbette lakin bunu tamamen bilinmezlik içinde kaybolmasına neden olacak şekilde yapmamalı. Gizem unsuru elbette değerlidir, ancak izleyiciye tutarlı bir anlatım da sunulmalıdır. Ne yazık ki bu filmde eksik olan da tam olarak buydu. Karakterlerin aniden gelişip sonra bir anda ortadan kaybolması, anlatının düzensizliği ve hissizliği filmi etkileyici bir deneyim olmaktan çıkarıp, dağınık bir yapıma dönüştürüyor. Bir film, izleyiciyi içine çekmeli, ona yaşanmışlık hissi vermelidir. Ancak burada duygu yerine belirsizlik hâkim ve bu da seyir zevkini ciddi biçimde baltalıyor. Krzysztof Kieślowski’yi Üç Renk serisiyle tanıyorum, fakat henüz o seriyi izleme fırsatım olmadı. Yine de bu film, onun sinemasına karşı bende bir çekimserlik oluşturdu. Belki de önyargılarımı bir kenara bırakmalıyım, ancak bu yapımın bende bıraktığı tat, Kieślowski'nin ustalığını sorgulamama neden oldu.
Tamamen başarısız bir film demek haksızlık olur. Özellikle “What if” (Ya şöyle olsaydı?) kavramını sinemada somutlaştırma biçimi oldukça ilgi çekiciydi. Hayatın farklı ihtimaller üzerinden şekillenebileceği fikri, insan zihninin bence en büyük meraklarından biri. Hepimiz hayatımızda farklı bir seçim yapsaydık neler olabileceğini düşünmüşüzdür. Bu film, en azından bu noktada, sinemanın güzelliğiyle, bu fikri görselleştirmeyi başarıyor. Fakat bu güçlü fikrin üzerine sağlam bir kurgu inşa edilmemiş. Filmde sunulan ihtimaller etkileyici değil ve anlatım açısından pek çok eksiklik var. Keza sinema yalnızca bir fikri ortaya koymak değil, aynı zamanda onu estetik ve anlatı açısından doyurucu şekilde işlemekle anlam kazanır. Bu film işte tam da burada tökezliyor. Gereğinden fazla abartıldığını düşünüyorum. Yönetmenin vermek istediği mesajlar varmış gibi ama sanki yokmuş gibi.
Sonuç olarak, film ilginç bir fikre sahip olsa da yapısal eksiklikleri ve tutarsız anlatımı nedeniyle etkileyici bir deneyim sunmaktan bir hayli uzak. Hatta biraz sert olacak ama buna övgü ile yaklaşanların kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor. Eksikliği ne mi? Daha güçlü bir karakter derinliği ve sağlam bir kurgu ile ele alınsaydı, belki de unutulmaz bir yapım olabilirdi. Ancak şu hâliyle, bence abartılan ve hak ettiğinden fazla övgü alan bir film.