''4 ay önce film izlemekten sıkıldım, kitaplara yöneleceğim. Benden bol bol kitap incelemesi görebilirsiniz'' demişim, o zamandan bu yana sadece bir kitap gönderisi atmışım. Benim kararlılık ve sözünde durma seviyesi... Neyse bugün bu yokluğa son vermek istedim ve bu 4…devamı''4 ay önce film izlemekten sıkıldım, kitaplara yöneleceğim. Benden bol bol kitap incelemesi görebilirsiniz'' demişim, o zamandan bu yana sadece bir kitap gönderisi atmışım. Benim kararlılık ve sözünde durma seviyesi... Neyse bugün bu yokluğa son vermek istedim ve bu 4 aylık süreçte bitirdiğim kitaplardan biri olan Vatan Yahut Silistire hakkında konuşmaya karar verdim.
Vatan Yahut Silistire, Namık Kemal tarafından yazılan ve sizlerin de bildiği üzere sergilenen ilk tiyatro eseridir. Vatan Yahut Silistire'yi basit bir kitap ya da tiyatro metni olarak görmek yanlış olacaktır. Zira sergilendiği dönemde halk arasında propoganda aracına dönüşmüştür bu naçizane eser. Öyle ki Namık Kemal ve beraberindeki birkaç kişinin sürgün edilmesine de sebebiyet vermiştir.
Namık Kemal'in Magosa'ya sürgün edilmesine sebebiyet veren bu eser ne anlatır peki? Kitabın ana karakterleri İslam Bey ve Zekiye birbirlerini çok seven iki gençtir. Fakat İslam Bey vatanını Zekiye'den daha çok sevmektedir. Bu topraklara olan bağlılığı onun bireysel aşkının önüne geçer ve Zekiye'yi ardında bırakarak cepheye gideceğini söyler. Gitmeden önce de yakınındaki erkeklere şöyle der: “Beni seven benim ardımdan gelsin.” Bu sözü işiten Zekiye girer erkek kılığına, adının Adem olduğunu söyleyip gider cepheye sevdiğinin arkasından. Cephede hem vatan sevgisi kor olur, hem de Zekiye'nin İslam Bey'e olan sevgisi.
Kitap, vatan sevdasını anlatıyor, aşılıyor. Bu topraklar uğruna kimlerin nelerden vazgeçtiğini, kimleri kimleri geride bırakıp geldiğini anlatıyor. Bir de Türk kadının kararlılığını, gücünü ve cesaretini de gözler önüne seriyor. Tüm bunları göz önüne alırsak zamanında oyunun halk arasında bu denli ses getirip bir propoganda aracına dönüşmesine pek de şaşmamalı. Vatan sevdası her şeyin önüne geçer ve en güzel örneklerinden biri de bu eser.
Bir yandan Zekiye'ye gelirsekte aşkın önünde engellerin olmayacağını, insanın sevdiğinin peşinden dünyanın öbür ucu bile olsa gitmesi gerektiğini özetliyor. Tabii bu kişi buna değecekse. Değmeyecekse bir aşağı sokağa bile gidilmez.
Bireysel düşüncenin ve toplumsal düşüncenin, bireysel aşkın ve toplumsal aşkın birbirine karıştığı bir eser. Okurken yormuyor, boğmuyor, sıkmıyor. Su gibi akıp gidiyor. Güzel bir finalle de vedasını yapıyor.
Kitaba dair canımı sıkan tek nokta Abdullah Çavuş karakterinin her şeye “Kıyamet mi kopar?” demesi oldu. ‘Yeter be adam! Kopacaksa kopsun kıyamet.’ diye hayıflandım birkaç defa.
Eee, 4 aylık kitap yorumlarına dair olan sessizliğimi böyle etkili bir eserle bozmuş bulunuyorum. Eser bana vatan sevgisini iliklerime kadar yaşattı. Bir yandan da bireysel sevdayı düşündürttü. Bir sonraki kitapta -umarım bu sefer 4 ay olmaz- görüşmek üzere.