Henüz birkaç gün önce bitirdiğim bu eserle ilgili birkaç çift laf biriktirmeye çalışıyorum ama kitap gönderisi girmek filmden daha zormuş onu anladım. Söyleyeceğim çok şey var ve ne söylesem spoiler olacak baştan söyleyeyim. Kitapta maden işçilerinin yaşantıları ve onları toplu…devamıHenüz birkaç gün önce bitirdiğim bu eserle ilgili birkaç çift laf biriktirmeye çalışıyorum ama kitap gönderisi girmek filmden daha zormuş onu anladım. Söyleyeceğim çok şey var ve ne söylesem spoiler olacak baştan söyleyeyim.
Kitapta maden işçilerinin yaşantıları ve onları toplu isyana sürükleyen bir dizi olaylar, oldukça gerçekçi ve detaycı bir anlatımla ele alınmış. Zaten Emile Zola, natüralistliği, olayları sanki bir film karesi anlatır gibi betimlemesi ile bilinen bir yazar. Öyle belibenzer bir betimlemeden bahsetmiyoruz, insanda iğrenti uyandıracak detayların bile anlatılmasından, yazarın hayal gücüne hayranlık uyandıran bir betimlemeden bahsediyoruz burada. Madende geçen dakikaları öyle bir anlatıyor ki sanki işçilerle beraber madene giren de, şiddete varan isyanlara karışan da benmişim, hepsini ben deneyimlemişim gibi hissettim okurken.
Arka planda bir de ufak bir imkansız aşk hikayesi var ki, her ne kadar aşırı dramatize edilmiş olduğunu düşünsem de, hikâyenin tuzu biberi olmuş. Yeri geliyor heyecanla işçilerin maden işletmecileriyle olan diyaloglarını takip ediyor, yeri geliyor işçilerin karşılaştıkları zorluklar ve dramatik ilişkileriyle cigerleriniz dağlanıyor. Ve abartı gelen hiçbir şey olmuyor kitapta, hersey ince ince dokunuyor ve hikayenin geneline baktığınızda buna ne gerek vardı dediğiniz detayların bile hikayeye bir katkısı olduğunu anlıyorsunuz. Tabii burada bu detayların, betimlemelerin okumayı zorlaştırdığını eklemem gerek. Kolay okunan bir kitap değil kesinlikle ama bütün detaylara rağmen olayları takip etmekte zorlanmıyorsunuz.
Kitapta en çok dikkatimi çeken şey, Marxist düşüncelerden etkilenip işçileri ayaklandırmak isterken olayların nasıl kontrolden çıktığının ağır aksak anlatılmasıydı. Aslında burada, Marxism eleştirisi görüyoruz; daha iyi koşullar talep eden isçilerin özlerindeki kötülük ve egitimsizlikleri yüzünden bu ideallerin gerceklestirilemeyeceğinin eleştirisi. İnsan doğuştan kötüdür tartışmalarına bir yenisini eklemiş bence Zola bu hikayede. Nitekim beni de en çok etkileyen, tabiri caizse kafama balyoz gibi inen şey insanların vahşice birbirlerini katletmeleri idi. Aslında ne ayaklanan, ne ayaklanmaya sebep olan, ne devlet, ne işletme sahipleri suçsuz değildi, herkes bir şekilde bu şiddete ve vahşete katkıda bulunmuştu. Her zaman barışçıl bir ortam sağlamaya çalışan Etienne bile, sonunda içindeki kötüyle ve öldürme isteğiyle yüzleşmişti. Fakat etkilendiğim bir diğer nokta da, bunca vahşete, başlarına gelen kazalara rağmen insanların hep ümitli oluşuydu. Madende mahsur kaldığında ve sonunda sokakta pervasızca yürürken yaptığı sorgulamalarda Etienne bile o ümidi içinde taşıyordu. Sanırım hayat tam da böyle bir sorgulama, böyle bir tutarsızlık içinde ilerliyor. İnsan en kötü dediği felaketleri bile yaşarken, yeniden doğmanın, yeniden güneşe kavuşmanın umudunu taşıyor. Ve bu ümit belki de bizi ayakta tutan yegane şey şu hayatta. Tuhaf ve ironik. Yaşamak.
Son olarak söylemeliyim ki, zor bir kitap. Okuması da, anlatılanlar da, hazmetmesi de zor. Hayat gibi.