Uzun süredir izleyeceklerim arasında olan bu film her yerde karşıma çıkmaya başlayınca izlemeye karar verdim. Politik bir film olan La Haine, Türkçe'de nefret anlamına gelen ama Protesto diye geçen ve konuyu başarılı diyaloglar üzerinden işleyen 1995 yılı Fransa yapımlı bir…devamıUzun süredir izleyeceklerim arasında olan bu film her yerde karşıma çıkmaya başlayınca izlemeye karar verdim. Politik bir film olan La Haine, Türkçe'de nefret anlamına gelen ama Protesto diye geçen ve konuyu başarılı diyaloglar üzerinden işleyen 1995 yılı Fransa yapımlı bir film. Parisin gettolarında yaşayan biri Arap, biri Yahudi ve biri siyahi 3 gencin üzerinden toplumdaki çözülmeyi,ıkçılığı ve sosyal sınıf ayrımcılığını anlatan bir film. Şunu söylemek gerekir ki film siyah-beyaz olmasına rağmen kamera açıları, çekim teknikleri ve oyunculuklar neredeyse kusursuz. Şöyle ki, bitirdikten sonra renkli bir şekilde çekilseydi daha az hoşuma giderdi diyebiliyorsunuz.
Politikanın, hayatımızın her alanında söz sahibi olan ve bizi her anlamda etkileyen bir alan olduğu göz önüne alınırsa "benim siyasetle, politikayla işim olmaz. Oyumu kullanır geçerim!" diyen insanlardansanız politik amaç olmanız gerekirken politik araç olup liderlerin koltuklarına giden merdivenlerinin, üzerlerine basılıp geçilen bir basamağı olmaktan öteye gidememenize şaşırmamanız gerekir.(Biraz ağır oldu ama gerçekler bu şekilde ne yazık ki😀)
Çünkü politika en çok halkı ilgilendirmelidir. Sonuçta yönetilecek ve yönetenlerin yarattığı koşullarda yaşayacak insanlar yöneteni seçen insanlardır.
Halk-polis çatışmalarının artık bir misillemeye, bir intikama döndüğü ve nefretin dalga dalga yayılarak dönemin Fransasını sardığı, düşüşe geçmiş bir toplumun hikayesidir La Haine. Düşüşe geçtiğini ancak yere çakılınca anlayan ve yere çarpıncaya kadar
"Buraya kadar her şey yolunda! Buraya kadar her şey yolunda..."
deyip kendini avutup duran hasta bir toplumun hikayesidir. Çünkü filmde geçtiği gibi; "Önemli olan düşüş değil, yere çarpıştır." Bu bakımdan derin mesajlar içerdiği için bir yönetilen olarak izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.
!!!BURADAN SONRA FİLMİ İZLEMEYENLER OKUMASIN! SPOILER İÇERİR!!!
Film, yoruma açık sahneler içerdiğinden ben de yorumumlamak istiyorum: Tuvalet sahnesinde yaşlı adam, utangaç arkadaşı Grunwalski ile birlikte Sibirya'ya sürgüne gönderilen kişilerle birlikte bir trende sürgüne gönderdiklerini, tren tuvalet ihtiyacı için durduğunda Grunwalski'nin diğerlerinin yanında ihtiyacını gidermemek için trenden uzaktaki çalılıkların arkasına gittiğini söyler. Tren harekete geçince Grunwalski, bir yandan pantolonunu kaldırmaya bir yandan da hızlanan trene yetişmeye çalışır. Arkadaşının elini tutmaya çalışırken pantolonu düşer, pantolonunu kaldırmaya çalışırken de tren uzaklaşır.
Tuvaletteki yaşlı adam Grunwalski'nin yine böyle bir günde dışarda soğuktan donup öldüğünü söyler.
Ben bu treni nefret olarak görüyorum. İçindekileri ise nefreti nefretle berteraf etmeye çalışan, bundan dolayı da nefretin cezalandırmaya çalışacağı, boyunduruk altına almaya çalışacağı Vinz, Said ve diğer arkadaşları gibi olanlar olarak görüyorum. Grunwalski ise bu nefret toplumunda çekimser davranıp uzak duran Hubert gibi biridir. Fakat tuvaletteki yaşlı adamın dediği gibi tren asla durmaz, nefret kusar ve safını belli etmeyenleri, nefret trenine yetişemeyenleri nefretin kurbanı yapar, ölüme terk eder. Nitekim polis-halk çatışmasında çekimser davranan ve Grunwalski'nin pantolonu kaldırmak ile trene yetişmek arasında düştüğü kararsızlık ve kafa karışıklığını yaşayan Hubert de Grunwalski'nin yaşadığını trajediyi yaşar filmin sonunda: trene yetişmeye çalışırken trenin kurbanı olur, nefrete yetişmeye çalışırken nefretin kurbanı olur. Hızını alamayan tren Grunwalski'yi ölüme terk eder. Hızını alamayan nefret Hubert'in ölümüne neden olur. Hubert, trene binemeden fakat trenin ardından koşarken ölür. Tıpkı Grunwalski gibi...
Hubert silahı nefretle polise doğrultur, tren hızlanır; polis de onun yaptığını yapar, tren daha da hızlanır. Silahlar patlar... Tren alıp başını gitmiştir. Artık yetişilmesi imkansızdır...Önünü kesmeye çalışan herkesi de yutacaktır.
Yüksek bir yerden serbest bırakılan bir cisim de hızlandıkça hızlanır, limit hıza ulaşır. Fakat önemli olan düşerkenki hızı değil yere çarpışıdır. Bu hasta sistem de yere kapaklanma anına kadar düştüğünün farkında olmadan hızlanır fakat yere kapaklanışının sertliği de hızı nispetinde olacaktır.
Ben bu kısmı bu şekilde yorumluyorum.
Son olarak Vinz, filmin bir yerinde şöyle der: "Hiçbir şey yapmadan bu lanet sisteme katlanmaktan sıkıldım. Fare deliklerinde yaşıyoruz, siz bunu değiştirmek için ne yapıyorsunuz?"
Said ise başka bir sahnede şöyle der: "Buradaki polisler ne kibar. Bana 'siz' diye hitap etti."
Böyle düşüşe geçmiş bir sistemde Vinz'in dediği gibi durumu değiştirmek için ayaklanmak, nefrete nefretle karşılık verip yere çarpış için treni hızlandırmak mı gerekir? Yoksa Said'in bahsettiği polis gibi nefreti sevgiyle mi berteraf etmek gerekir? Gerçekten zor bir soru?
Yazı biraz uzun oldu. Okuduğunuz için teşekkür ederim.